Cumhuriyet Gazetesi Atatürk Devrimlerinin ve İlkelerinin Bekçisidir!

Prof. Dr. Hakkı Keskin – 21.10.2018

Siyasi Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi eski üyesi

www.keskin.de

Cumhuriyet Gazetesi Atatürk Devrimlerinin ve İlkelerinin Bekçisidir!

Türkiye Cumhuriyeti ile yaşıt olan, Mustafa Kemal`in isteğiyle, Kuvayi Milliyeci Yunus Nadi tarafından kurulan ve Kemalist ilke ve devrimlerine kararlılıkla bağlı kalan Cumhuriyet gazetesinde, 7.8.2018 tarihinde yapılan seçimle yeni bir Vakıf Yönetimi göreve geldi. Kendilerini uzun yıllardır yazılarından ve şahsen de tanıdığım Alev Coşkun, Ali Sirmen, Mustafa Balbay’ında görev aldığı yeni vakıf yönetimine, Almanya`daki bazı medya kuruluşlarında asla hak etmedikleri eleştiriler yapıldı.

Vakıf yöneticileri aşırı milliyetçi Kemalist (ultra Kemalist ve nationalist) ve hatta neredeyse faşist olarak nitelendirildi. Atatürk, Kemalizm ve Cumhuriyet gazetesi karşıtı bu yazılar beni son derece rahatsız etti. 1968’den bu yana okuduğum Cumhuriyet gazetesine ve Kemalizm`e yapılan bu eleştirileri son derece haksız bulduğum için, Almanca 6 sayfalık ayrıntılı  bir yazı kaleme aldım. Yazımı Almanya`daki  medya kuruluşlarına, Almanya Cumhurbaşkanına. Şansölye Merkel’e ve bazı politikacılara gönderdim. Amacım Kemalizm`i ve bu çizgideki Cumhuriyet Gazetesini bilmeyenleri bilgilendirmektir.

Bu açıklamamın bazı bölümlerini Türkçeye çevirerek Cumhuriyet okuyucularının bilgisine sunuyorum. Türkiye’de, İslam ülkelerinde ve hatta Dünya’da günümüzde yaşadığımız terör ve demokrasi bağlantılı sorunlara, Kemalizm`in çözüm modeli olacağına inandığım için yazımı aşağıdaki başlıkla kaleme aldım.

Kemalizm Din İstismarına Karşı Modeldir

“Mustafa Kemal Atatürk`ün, Türkiye Cumhuriyeti için önemini anlamak, onun devrimlerine ve Kemalizm olarak nitelenen temel görüşlerine göz atmak gerekir.

Müttefiki olan Almanya İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşına girmesine neden olduğu Osmanlı İmparatorluğu, savaşı kaybedince, galip ülkeler Büyük Britanya, Fransa, İtalya ve Yunanistan tarafından günümüz Türkiye’si de işgal edildi ve bölüşüldü. Mustafa Kemal ve yakın subay arkadaşları öncülüğünde bu işgale karşı ulusal kurtuluş hareketi başlatıldı. 19 Mayıs 1919’dan 9 Eylül 1922’ye değin organize edilen ve  Türkiye Millet Meclisi kararlarıyla yürütülen ulusal kurtuluş savaşı, işgal güçlerinin yenilgisi ve Türkiye’nin bağımsızlığını elde etmesiyle sonuçlandı. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ilan edildi.

624 yıllık Osmanlı Saltanatı ve bir nevi Papalık olan Şeyhülislam kaldırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi ulusal kurtuluş savaşının lideri Mustafa Kemal’i, meclis tarafından kendine verilen isimle Türklerin babası anlamına gelen ‘Atatürk’ ü Cumhurbaşkanlığına seçti.

Türkiye’nin kurtuluş ve bağımsızlık savaşı, emperyalist ülkelerinin Asya, Afrika ve Güney Amerika`daki sömürgelerine, bağımsızlık yolunu gösteren ve cesaretlendiren örnek olmuştur. Hindistan’da Mahatma Gandhi’nin, Çin’de Mao Zedong’un, Kuzey Afrika’da Cezayir’in, Latin Amerika`da Küba`nın bağımsızlık savaşlarına ışık tutmuştur. Çin Halk Cumhuriyeti ders kitaplarında, Atatürk’ün ulusal kurtuluş savaşının önderi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak günümüzde de öğretilmesi bundandır.

UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu), 1978 yılında 152 ülkenin oybirliğiyle  Atatürk`ün 100. Doğum gününü, Atatürk’ü anma yılı olarak kabul etmiştir. UNESCO kararı aynen  şöyledir

“Atatürk
Uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün bir kişi, olağanüstü reformlar gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün hayatı boyunca insanlar arasında renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu.”

Atatürk liderliğindeki Türkiye, devrimci yenilikler ve köklü reformlarla, ortaçağ düzeyinde geri kalmışlığı hızla gidermeyi ve  çağdaş ülkeler düzeyine yükseltmeyi hedef almıştır.  Köklü bir eğitim ve hukuku reformuyla, Latin alfabesiyle, Cumhuriyetin temel dayanağı olan Din ve Devlet işlerini ayıran Laiklik ilkesiyle, kadın erkek eşitliği ve çok evliliğin (poligaminin) yasaklanmasıyla, hızla kalkınma ve sanayileşmesiyle, finans ve ekonomide bağımsızlığın  sağlanması  yönünde büyük başarılar gerçekleşmiştir. (Bakınız, Hakkı Keskin, Osmanlı İmparatorluğundan Ulusal Devlete,  Berlin 1978). (…)

Atatürk tarafından yürürlüğe konan laiklik ilkesi, İslam ülkeleri arasında  tek örneği oluşturmaktadır. Laiklik, özellikle nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde, demokratik hukuk devletinin yaşama geçirilebilmesi için vazgeçilemez koşuldur. 50 den fazla İslam ülkesinin nerdeyse hiçbirinde gerçek demokrasi ve hukuk devletinin olmayışının temel nedeni, bu ülkelerde laikliğin olmaması veya uygulanmayışıdır.

Gözlemime göre, özellikle halkının çoğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerde, laikliğin, seküler devletin, önemi ve gereğini, batılı entelektüeller henüz kavramış değildirler. Günümüzde Hiristiyanlığın aksine, Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye ve Dünyanın birçok yerinde, kendi din anlayışlarına göre İslam`a dayalı din devleti kurmak amacıyla ayaklanmaların ve çatışmaların süregeldiğini görmekteyiz. (…)

Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşını oluşturur. Dine dayalı devleti amaçlayan kökten dincilerin karşılarındaki ana düşman ve hedef bu nedenle Kemalizm ve Kemalistlerdir. Günümüz Türkiye`sinde Tayyip Erdoğan başkanlığındaki tutucu- (konservatif) dinci AKP ile Kemalistler arasındaki çekişmenin ana nedeni budur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerine ve ilkelerine sahip çıkanlar, kendilerini Kemalistler olarak tanımlamaktadırlar. Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’lere değin Kemalistler büyük bir coşku ve özveriyle, devrim ve reformların gerçekleşmesine ve toplumun refahına çalışmış, rüşvete ve kendilerini zengin etmeye yanaşmamışlardır. (…)  Gerçek Kemalist olan entellektüeller, bilim insanları, gazeteciler, sanatçılar, hukukçular, öğretmenler, doktorlar ve subaylar Türkiye’de on-yıllardır kararlılıkla köklü demokratik ve sosyal reformların yapılmasının uğraşını vermektedirler.

Cumhuriyet Gazetesi Türkiye Cumhuriyeti ile Yaşıttır

Cumhuriyet Gazetesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan altı ay sonra, 7 mayıs 1924 tarihinde yayına başladı. Türkiye’nin kurtuluş ve bağımsızlık savaşında Atatürk’ün yanında yer alan Yunus Nadi gazetenin kurucusu, isim babası Mustafa Kemal’dir. Cumhuriyet Gazetesi kararlılıkla bağımsızlığını koruyan ve Atatürk devrim ve ilkelerini savunan günlük gazete olarak yaşamını sürdürmüştür. Yunus Nadi’nin ölümünden sonra oğlu Nadir Nadi gazete yönetimine gelmiştir. Gazete İlhan Selçuk, Uğur Mumcu ve tanınmış bir çok gazeteci ile Atatürk devrim ve ilkelerine bağlı kalınarak etkin yayın politikası sürdürülmüştür. (…)

Nadir Nadi’nin ölümünden sonra, gazete sahipliği 1993 yılında kurulan ‘Cumhuriyet Vakfı’na verilmiştir. Vakfın kuruluşuyla birlikte, gazetenin yayın çizgisi ve politikası da karara bağlanmıştır. (…) 7 madde olarak belirlenen ve uyulması gereken bu kurallar, 8.9.2018 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmıştır.

Uzun süren mahkeme kararları sonucunda, Cumhuriyet gazetesi Vakıf Yönetiminde yapılan yeni seçim, Alman ve Fransız medyasında eleştirilere neden oldu. Mahkeme 18.2.2014 tarihinde Cumhuriyet Vakfı için yapılan seçimi iptal etmişti. Vakıf yönetiminin mahkeme iptal kararlarına yaptığı itirazlar, son olarak  Yargıtay tarafından da 3.8.2018 tarihinde reddedilerek, önceki mahkeme kararları onanmıştır. 7.8.2018 tarihinde yapılan yeni Vakıf Yönetimi seçimini, gazetenin yeniden Atatürkçü ilkelere  bağlı kalmasını savunanlar kazanmıştır. Yeni seçilen Vakıf yönetimi,  Cumhuriyet gazetesinin bağlı olduğu 7 maddelik ilkelere vurgu yaparak, seçimi kaybeden önceki Vakıf Yönetiminin aksine, Cumhuriyet Gazetesinin kuruluşundan buyana savunduğu Atatürk`ün devrim ve ilkelerine bağlı kalacağını açıklamıştır.

Cumhuriyet Gazetesini 1968 den buyana Hür Berlin Üniversitesindeki öğrencilik yıllarımdan beri okuyorum. Bu gazete her zaman Türkiye ve Dünya’daki olaylar hakkında en güvenilir haberler ve yorumları ile yararlandığım bir kaynak oldu. (…)  Aralarında Nadir Nadi, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Oktay Akbal, Prof. Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Muammer Aksoy gibi Cumhuriyet’in ünlü yazarlarını Türkiye ziyaretlerimde şahsen tanıma ve takdir etme olanağı buldum.

Almanya Türk Öğrenci Federasyonu Başkanı kimliğimle, Türkiye’deki siyasi gelişmelere yaptığım eleştiriler nedeniyle, Türk vatandaşlığından çıkartıldığımda, Cumhuriyet gazetesi yazarları, bu kararı şiddetle eleştirdiler. Aynı zamanda Hukukçu olan Uğur Mumcu avukatlığımı üstlendi. Danıştay kararıyla vatandaşlık hakkımı yeniden kazandım. Kendi örneğimde olduğu gibi, Cumhuriyet Gazetesi her zaman haksızlıklara ve haksız kararlara karşı tavır alarak, Türkiye’deki durumu eleştirel olarak değerlendirmiştir.  Gazete her zaman emperyalizme karşı, kararlılıkla Laikliği, Demokrasiyi, Hukuk Devletini, Basın ve Fikir özgürlüğünü ve Sendikal Hakları savunan bir çizgi izlemektedir. Gazete yazarlarının önemli bir kesimini, sol Sosyal Demokrat olarak değerlendirmekteyim.

Bu nedenle Cumhuriyet Gazetesi ve yazarları, tutucu ve sağ hükümetlerin 1950’lerden buyana hedefinde olmuştur. Türkiye’nin en ünlü ve sevilen Cumhuriyet yazarları, Prof. Dr. Muammer Aksoy,  Prof. Dr. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu,  Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, büyük bir olasılıkla laiklik karşıtı kökten dinci teröristlerin saldırılarına kurban gitmiştir ve hükümetler söz verdikleri halde bu cinayetlerin failleri bulunmamıştır.

Dünya’da, Avrupa ve Almanya’da yüzlerce “Atatürkçü Düşünce Derneği” bulunmaktadır. Bu derneklerin üyeleri yaşadıkları toplumlarla barış ve eşit haklar temelinde uyum içersinde yaşamaktadırlar. Ben şahsen 25 yıl öğretim üyesi olarak bulunduğum Hamburg ve daha sonrada Berlin-Brandenburg Atatürkçü Düşünce Derneklerine üyeyim.

Hayretle izlemekteyim ki, bu kuruluşlara devlet tarafından herhangi bir maddi destek verilmediği gibi, çalışmaları ve etkinlikleri kamu kuruluşları ve medya tarafından da çok ender dikkate alınmaktadır. Oysa ilkesel olarak uyum politikasına ve seküler devlete karşı olan kuruluşlara, zaman zaman gereken destek verilmekte ve ilgi gösterilmektedir. Kendime şu soruyu sormak zorunda kalıyorum: Politikacıların ve Kamu kurumlarının, Atatürkçü Düşünce Dernekleriyle ilgili bu yaklaşımları, bu kuruluşların emperyalizme karşı olmalarından mı kaynaklanmaktadır. Bu soruma dürüst bir yanıt almayı gerçekten çok istiyorum.”