2001 yılı Almanyalı Türkler ve diğer göçmenler açışından yeni 'Göç ve Uyum' yasası hazırlıklarının ve tartışmalarının yapıldığı yıl oldu. Federal İçişleri Bakanı sayın Otto Schily`nin önerisiyle toplumun değişik kesimlerinin temsilcilerinden oluşan bir 'Göç Komisyonu' oluşturuldu.
Komisyon, bundan sonra Federal Almanya`ya gelecek ‘Göçün’, hangi nitelikte ve ne kadar kişiden oluşacağını, Almanya`da yaşamakta olan göçmenlerin topluma ‘uyumu’ için gerekli önlemleri belirleyecekti. Nasıl bir demokrasi anlayışıdır ki, biz göçmenleri doğrudan ilgilendiren 20 kişilik böyle bir komisyonda, göçmen kuruluşlarının tek bir temsilcisi bile bulunmuyordu. Komisyona sonradan 21. üye olarak Sayın Vural Öger bir işveren konumuyla yapılan eleştiriler sonucu atandı.
Prof. Süssmuth başkanlığında kurulun Komisyon 10 aylık bir çalışma sonucu bizim de bazı önerilerimizin yer aldığı ve genel hatlarıyla destek verdiğimiz bir raporu kamuoyuna sundu. Medyanın büyük ilgi gösterdiği bu çalışma ne yazık ki yalnızca göstermelik bir anlam taşıdı. Çünkü bu raporda yer alan bir dizi olumlu öneri, rapordan kısa bir süre sonra sayın Schily tarafından Kamuoyuna açıklanan ‘Göç ve Uyum Yasa tasarısında (ismi biz kısalttık) yer almıyordu. Aksine yasa tasarısı özellikle Almanya`da onyıllardır yaşayan göçmenlerin daha güvenceli oturma izni almaları, eşit haklar ve uyum politikasına ilişkin konularda kolaylık yerine bazı ağırlaştırıcı önlemleri öngörüyor. Türkler ve diğer göçmenler açışından vatandaşlık hakkından önceki en önemli konu kuşkusuz ‘güvenceli oturma izni’ dir. Yani süresiz oturma izini veya oturma hakkı olmayanların bu hakkı yeni yasayla nasıl alacaklarıdır. Şu anda 2,7 Milyon göçmenin ve 870.000 Türkün henüz süreli oturma izni bulunuyor. Yeni yasa tasarısı, güvenceli oturma izni alınması koşullarını ağırlaştırıyor. ‘Basit’ düzeyde Almanca bilme yerine ‘Yeterli düzeyde Almanca bilme’ koşulunu ve ‘Almanya`nın hukuksal, siyasi ve sosyal düzeni hakkında temel bilgi sahibi olunması’ koşulunu getiriyor. Almanya`da okula gitmemiş olanların bu koşulları yerine getirmeleri olanaksızlaşıyor. Güvenceli oturma izni alabilme, Alman vatandaşlığına geçebilmeden bile daha ağır koşullara bağlanıyor. Öte yandan süresiz oturrma izni ve hakkı alma ücretleri de artırılıyor.
Bizim için önemi nedeniyle, güvenceli oturma izni almanın ağırlaştırılmasına karşı yoğun bir çalışma yaptık. Sağlanan sonuç, 2002 yılı boyunca şu andaki yasaya göre güvenceli oturma izni alınabilmesidir.
2002 yılını iyi değerlendirelim !
Bu nedenle hiç zaman kaybetmeksizin Ocak ayından itibaren süresiz oturma izini (unbefristete Aufenthaltserlaubnis) veya daha da önemlisi oturma hakkı (Aufenthaltsberechtigung) olmayanların, yabancılar dairelerine başvurarak şu andaki yasaya göre güvenceli oturma izni sağlamalarıdır. Geçmişte yapılan hatalardan ders alarak bu konunun ihmal edilmemesi gerekir! Bölgemizdeki Türk Kuruluşlarından, T.C. Konsolosluklarından veya Türk Danışlardan bu konuda gerekli bilgi alınabilinir. Bu konuda basınımızın da gerekli bilgilendirmeyi belli aralıklarla yapacağına inanıyorum. Yeni yasa yürürlüğe girerse, 2003 yılından itibaren güvenceli oturma izni alınmasının yukarıda belirtilen daha ağır koşullara bağlanacağı unutulmamalıdır!
Vazgeçilmez önemini her durumda vurguladığımız diğer konu, yaşadığımız ülke vatandaşlığına geçilmesidir. Almanyalı Türklerin ve diğer göçmenlerin çok büyük bir kısmı vatandaşlık hakkına sahip olmadıkça, haklı istemlerimizin siyasi partiler ve hükümetler tarafından gereğince ciddiye alınmıyacağı, 2001 yılı olaylarıyla bir kere daha görülmektedir.
Muhalefetteyken göçmenlerden yana bir dizi olumlu yasal değişiklikler için sözveren ve bunu parti programlarına alan Sosyal Demokratlar ve Yeşiller, Hükümet olunca aksine bir politika izlemektedirler. Bunun nedeni, Federal Parlamentodaki büyük muhalefet partilerini oluşturan Hırıstiyan Birlik Partilerinin yabancılar politikasını seçim malzemesi yaparak hükümet partileri üzerinde tek yönlü baskı oluşturmalarıdır. Parlamentoda göçmenlerden yana politika yapacak güçlü bir siyasi oluşum kalmamış durumdadır. Çünkü 7,3 milyon göçmen henüz oy kullanma hakkına sahip değildir. Bu nedenle de gereken baskıyı yapamamaktadır. Biz yıllardır bunun önemini israrla belirtiyoruz.
Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlık Yasası, yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının bulundukları ülke vatandaşlığına izinle geçmelerine olanak sağlıyor. Yaşanılan ülke vatandaşlığına geçenlerin, seçme-seçilme ve memur olma hakkı dışındaki tüm vatandaşlık hakları aynen saklı kalıyor. Başlangıçta gerekli hazırlık ve bilgilendirme yapmaksızın bu haktan yararlanan ve ‘pembe kart’ alan bazı vatandaşlarımızın karşılaştıkları sorunlar oldu. Duyarlı basınımız bu güçlüklerin üzerine giderek gerekli uyarılarda bulundu. Biz de ilgili Türk kurumlarını bilgilendirdik. Türkiye`deki bazı dairelerin bilgi noksanlığından kaynaklanan yanlış davranışları olsa da, izinle Türk vatandaşlığından çıkarak yaşadığı ülke vatandaşlığına geçenlerin, Türk Vatandaşlık Yasasına göre yukarıda belirtilen tüm vatandaşlık haklarına sahip oldukları bilinmelidir. Türkiye`de herhangi bir dairede elinde ‘pembe kartı’ olan kişiye memurun bilgisizliğinden kaynaklanan yanlış bir davranışı olursa, vali veya kaymakamlığa başvurarak bu engeli aşabiliriz. Çünkü bşbakanlık ikinci bir genelgeyle tüm Devlet Yetkililerine bu konuda gerekli bilgi ve talimatı vermiştir.
Bu nedenle Alman vatandaşlığına geçilmesinde hiçbir sakınca olmadığı gibi, büyük yarar olduğu inancımı bir kere daha belirtmek isterim. Alman vatandaşı olmamız halinde buradaki tüm haklardan aynen yararlanabileceğimizi, istersek emekliliğimizde Türkiye`de istediğimiz kadar kalabileceğimizi ve yeniden engelsiz Almanya`ya dönebileceğimizi unutmayalım. 3
Çocuklarımız için en büyük miras, iyi bir eğitimdir !
2002 Yılında üzerinde önemli durmamız gereken bir diğer önemli konu, çocuklarımızın olası en iyi okul eğitimine ve meslek öğrenimine sahip olmalarına gereken desteği vermemizdir. Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük ve en değerli müras, onlara sağlayacağımız iyi bir eğitimdir.
Almanya`da iyi ve başarılı bir eğitimin ön koşulu, çocuklarımızın Almancayı çok iyi öğrenmelerine bağlıdır. Yapılan araştırmalar ne yazık ki çocuklarımız için korkunç bir gerçeği ortaya koydu. Almanya`da doğduğu halde, çocuklarımızın okula başlarken nerdeyse yarısı Almancayı ya çok az ya da hiç bilmemektedir. Almancayı bilmeyen ya da çok az bilen çocukların okulda başarılı olması mümkün değildir. Almancası yetersiz çocuklar dersi izleyememekte, okula gitme isteği daha baştan kırılmakta ve bu nedenle çocuklarımızın bir kısmı başarısızlığa mahkum olmaktadır. Bu nedenle de Almanya`da her dört Türk çocuğundan biri hiç bir diploma almaksızın okulu terk etmektedir. Okula devam edenlerinse yalnızca onda biri yüksek öğrenim görebilme hakkı kazanmaktadır. Oysa Alman çocuklarının üçte biri liseden diploma alabilmektedir.
Yaşadığımız bilgi ve teknoloji çağında, değil ilk okul diploması (Hauptschulabschluß), veya orta okul diploması (Realschulabschluß) olanların bile geleceği olan iyi bir meslek öğrenmeleri ve de işyeri bulmaları giderek zorlaşmıştır. Bu nedenle çocuklarımızın mümkünse liseyi bitirmelerine gereken önemi verelim. Liseyi bitiremiyen çocuklarımızin ise iyi bir meslek öğrenmelerine büyük özen göstermeliyiz. Bunun ön koşulu ise, çocuklarımızın Almancayı okula başlamadan önce çok iyi öğrenebilmelerine bağlıdır.
Bu nedenle çocuklarımızı en geç dördüncü yaşından itibaren çocuk yuvasına göndermemizde büyük yarar vardır. Almanya`nın yeni yasalarına göre, anne babalardan biri çalışmasa bile, her çocuğun yuvaya gitme hakkı vardır. Bu haktan yararlanarak çocuklarımızı dördüncü yaşından itibaren mutlaka çocuk yuvasına gönderelim. Çocuk yuvasına giden çocuklarımız kısa bir sürede Almancayı öğreneceklerdir.
Öte yandan yapılan araştırmalar gösteriyor ki, kendi anadilini, yani Türkçeyi iyi bilen çocukların Almancayı veya bir başka dili daha kolay ve daha iyi öğrenmeleri de mümkündür. Bu nedenle çocuklarımızin ana dilleri Türkçeyi de iyi öğrenmeleri ve okulda ingilizceden sonra seçmeli ikinci veya üçüncü yabancı dil olarak Türkçeyi almalarında büyük yarar olacaktır.
Çocuklarımızın başarılı eğitimi için 2002 yı bir eğitim kampanya yılına dönüştürelim, ne dersiniz ?