Avrupa Birliği'nde muhafazâkarların 'imtiyazlı ortaklık' dedikleri aslında 'imtiyazlı dışlama'dır
Prof. Dr. Hakkı Keskin , Almanya’daki bütün Türklerin arasında ünlenmiş bir isim. Türkiye’deki pek çok çevrede de tanınıyor. Kendisini her zaman ”sol Kemalist” olarak tanımlayan Keskin, 40 yılı aşkın süredir Almanya’da yaşıyor ve Almanya’daki Türklerin eşit hakları için savaşım veriyor. Son Alman seçimlerinde Sol Parti’den milletvekili seçilen Keskin, aynı zamanda partinin AB Genişleme Sorumlusu. Keskin hafta içinde İstanbul’da temaslar yaptı. Öncelikle de Cumhuriyet’i ve beni ziyaret etti:
- Siz Almanya’da yaşayan bir Türk olarak Türk toplumu ile Türkiye arasındaki bağları güçlendirmek için çok önemli çalışmalar yaptınız. Daha sonra da koşulların değişmeye başladığını fark ettiniz. O dönemi ve neler yaptığınızı anlatır mısınız? KESKİN – Ben Türkiye’den Almanya’ya dönünce, 1980 darbesinden sonra Almanya’daki Türklerin Almanya’da kalıcı olduklarını anladım. Bizim artık Türkiye eksenli, sanki orada Türkiye için çalışma yapmamızın hiçbir anlamı kalmamıştı. Türkiye kocaman bir ülkeydi ve bize gereksinimi yoktu. Dolayısıyla biz Almanya’daki sorunlarımızı ana gündemimize taşıyarak oradaki insanlarımıza yardımcı olalım, kararına vardık. Biz o doğrultuda düşünürken bir vatandaşımız ırkçı neo-Naziler tarafından Hamburg’da öldürüldü. Aslında bu, neo-Naziler tarafından Almanya’da öldürülen ikinci Türktü. Haberi, bir toplantı sırasında aldık. Ben toplantıda bulunan arkadaşlarıma, ”Biz bu olay karşısında artık kayıtsız kalamayız. Buna çok büyük bir tepki gösterelim” dedim. Böylece Almanya’da dağınık, kaba kuvvet yanlısı olmayan bütün Türk derneklerini bir çatı altında toplanmaya çağırma kararı aldık. Bir anlamda Almanya’daki ırkçılığa karşı eşit haklar alabilmek için direnişe geçecektik. Daha sonra bir çatı altında Türkiye Göçmenler Birliği Hamburg Örgütü’nü kurduk.
SPD Türk haklarına kayıtsız
- Sağ ve sol dernekleri de bir araya topladınız, anladığım kadarıyla…
KESKİN – Evet. Amaç, Almanya’daki Türklerin haklı çıkarlarını savunmak, eşit haklar elde etmeleri ve ırkçılığa karşı mücadele vermek, kendi kültürel kimliğimizin gerektirdiği bazı çalışmaları yapmaktı. Bu model ilgi gördü ve giderek Almanya’nın öbür eyaletlerinde benzer örgütlenmelere gidildi. Bundan on yıl önce de Almanya Türk Toplumu’nu kurduk. Bu, Almanya çapında ülkenin en ciddi siyasi ve göç politikasıyla ilgili çalışma yapan bir örgüt. Ama şunu da belirteyim… Bu örgütün içinde aşırı sağ ve Milli Görüş yok. Almanya Türk Toplumu giderek Almanya’da kamuoyunun önemli adresi haline geldi. Türkler, yabancılarla ilgili bir olay olduğunda başvuru yeri bu örgüttür.
- Siz sol kökenden gelen bir kişisiniz. Uzun yıllar da SPD’nin üyesi, milletvekili oldunuz. Ama sonradan SPD’den ayrıldınız. Neden?
KESKİN – Ne yazık ki sosyal demokrat olan bizim SPD, parlamentoda kararlar almamıza rağmen bunların hiçbirisine uymadı. Bunun üzerine ben hiçbir parlamenterin yapmadığını yaparak partimle ilgili 10 sayfalık ciddi bir eleştiri yazısı yazdım. Bu yazıda neden bir daha SPD’den aday olmayacağımı anlattım. Bu, Alman medyasında çok geniş olarak yer aldı. Daha sonra SPD, Yeşil Parti’yle iktidara geldi ve yedi yıllık iktidar döneminde ne yazık ki sosyal demokrat olarak yapacağının tam tersini yaptı. Örneğin, çifte vatandaşlık konusunda ağırlaştırıcı koşullar getirdiler. Irkçılığa karşı yasayı çıkarmadılar. Bu dönem de çıkmasını bekliyoruz, ama çıkar mı, bilmiyorum. Oysa Avrupa Komisyonu’nun bu konuda kararı var. Ayrıca 2000 yılına kadar Türk vatandaşlığından çıkıp Alman vatandaşı olduktan sonra yeniden Türk vatandaşlığı geri alınabiliyordu. Ama yasayı da değiştirdiler. Çifte vatandaşlığı kaldırdılar.
Dolayısıyla Alman vatandaşlığına geçen 50 bin insanımız Türk vatandaşlığını almaktan mahrum bırakıldı. Bunu değiştirtmek için çok çalıştım. Başaramayınca bu benim için bardağı taşıran son damla oldu ve SPD’den istifa ettim. Yeni Sol Parti oluşumunda bana milletvekili adaylığı teklif edilince de kabul ettim. Böylece de son seçimlerde Alman Parlamentosu’na seçildim.
- Siz Türk kökenli bir Alman milletvekili olarak Türkiye’nin AB macerasını, hele de son Lüksemburg toplantısında Kıbrıs Rum kesiminin tavrı üzerine, nasıl değerlendiriyorsunuz?
KESKİN – Ben ilke olarak Türkiye’nin AB üyeliğini destekliyorum, istiyorum, savunuyorum, bunun uğraşısını veriyorum. Ama eşit koşullarda olması gerekir. Türkiye’yle AB arasında yapılan anlaşmalarda, Türkiye’nin önüne sürülen koşullarda eşit davranılmadığı çok açıktır.
Örneğin, ucu açık görüşmeler, deniyor. Bu, daha önce hiçbir aday ülkeye uygulanmayan bir koşul. Ucu açık, yani müzakere edeceğiz, ama sonuç ne olur, onu bilemeyiz. Kesin bir tarih verilmiyor. Artı, en önemli noktalardan birisi, AB’nin Türkiye’yi hazmetme kapasitesi telaffuz edildi. Bu, öbür hiçbir aday ülke için gündeme getirilmezken Türkiye için telaffuz ediliyor.
- Yani Türkiye öne sürülen bütün koşulları yerine getirse bile, AB’den, sizi hazmedemiyoruz, yanıtı mı alabilir?
KESKİN – Evet. On yıl sonra bize, ”Seksen milyonluk Türkiye hazmedilecek gibi değil. Kusura bakmayın. Biz AB olarak sizinle tam üyelik değil, imtiyazlı ortaklık kuralım” diyebilirler. Biliyorsunuz, bunu Alman Hıristiyan Birlik Partileri önermişti. Ben bu ayıp kavrama imtiyazlı dışlama politikası diyorum. Artı, bundan daha da tehlikelisi, referandum olayıdır. Yani Fransa’nın Türkiye’nin üyeliğini referanduma sunmayı anayasasına sokmasıdır. Kıbrıs Rum kesimi de aynı şeyi yapabilir. Türkiye için uzun bir süreç olacaktır. Pazartesi günü Lüksemburg’da olanları izledik. Bunlar, 35 konuda tekrar tekrar gündeme gelecek.
‘Uluslararası ilişkilerde sözlü anlaşma olmaz’
- AB’nin Türkiye’den uymasını istediği kriterler sadece demokratikleşme, adil düzen, adalet sistemini düzeltme ve insan haklarına saygıyla sınırlı kalmıyor ki… Hiç durmadan bir Kıbrıs konusunu da dayatıp durmuyorlar mı?
KESKİN – Bizim tabii ki kırmızı çizgilerimizin olması gerekir. Bütün bu dışlayıcı koşullara karşın en sonunda yine dışlayıcı birtakım uygulamalarla bir çeşit AB üyeliği gibi bir şey teklif edilirse tabii ki ona Türkiye’nin ”Hayır” demesi lazımdır. Türkiye her üye gibi bütün eşit haklara sahip, eşit koşullarda, bütün karar organlarında tüm yetkilerini kullanabilecekse tabii ki AB üyeliği kabul edilebilir. Kıbrıs gibi bununla çok doğrudan bağlantısı olmayan, ama yanlış ve eksik anlaşmalar sonucu şu anda yaşadığımız sorunla bizi karşı karşıya bırakan bir meselenin de çözülmesi gerekir.
- Peki, bu koşullar altında Kıbrıs meselesi nasıl çözülebilir?
KESKİN – Pazartesi geç saatlere kadar AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Rehn , Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ ün basın toplantısını izledim.
Rehn ve Plassnik, ”Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmeli” diyorlar. Yani Türkiye Kıbrıs’ı (Rum kesimi) tanımalı, ona limanlarını, havalimanlarını açmalı, ilişkilerini normalleştirmeli. Türkiye, AB’nin üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni (Rum kesimi) tanımak zorunda. Bunu da kabul ediyorum. Ancak Kıbrıs’ın bir gerçeği var; Kıbrıs’ta iki toplum ve iki ayrı devlet bulunuyor. AB, bunun bir tarafını tanıdı, onu üye aldı.
- İyi de AB’nin KKTC’ye hiç yükümlülüğü yok mu? Ambargolar kaldırılmayacak mıydı?
KESKİN – Ambargo kalkacak, izolasyon sona erdirilecek, ilişkiler normalleştirilecek, yardımdan Kuzey Kıbrıs gerekli payını alacak, denmiyor muydu? Öte yandan basın toplantısında Dışişleri Bakanı Gül, Annan Planı’nı Rum tarafının reddettiğini, ama Türk tarafının kabul ettiğini söyleyerek ”Bize verdiğiniz sözler var” dedi. Söz nedir? Sözlü söz mü? Bakın, bu verilen sözlerin anlaşmada yazılı olarak yer alması gerekir. Araştırdım, Türkiye’yle AB arasında Kıbrıs konusuyla ilgili yapılan yazılı bir anlaşma olup olmadığına baktım. AB’nin bu konuda Türkiye’den istediği birtakım şeylere karşılık anlaşmayla Türkiye de AB’den yazılı olarak kendi yükümlülüklerini yerine getirmesini istemeliydi.
Ben bu durumu kıyasıya eleştiriyorum. Böyle anlaşma yapılmaz. Anlaşma sözlü olur mu? Sizin için askeri, stratejik, siyasi, onursal boyutları olan bir konuda çok ciddi bir adım atıyorsunuz. Ama yazılı bir anlaşma yapmıyorsunuz.
- Peki, bölünmüş, sorunlu bir ülkeyi tam üye yapmak AB’nin kriterlerine ters değil mi?
KESKİN – Bu en büyük hata. AB kendi temel ilkelerinde şöyle diyor:
”Herhangi bir aday ülkenin çözülmemiş sorunları varsa o sorunlar çözülmeden üye olamaz.”
Ama öte yandan AB kendi ilkelerine ters düşerek Rum kesimini tek taraflı olarak bünyesine aldı. O zaman benim medyada Verheugen’ le çok ciddi bir tartışmam da oldu. Bu hatayı yaptılar. Güzel. O zaman bu hatanın telafi edilmesi için KKTC’nin içinde bulunduğu anormal durumun normal hale getirilmesi için gerekli anlaşmanın yapılmasını Türkiye’nin istemesi gerekir. Bunu gayet açık seçik biçimde karşı koşul olarak ortaya koymalıdır. ”Ben Rum kesimini tanırım. Ama bunun karşılığı olarak KKTC üzerindeki izolasyon, ambargo kaldırılacak, ilişkiler normalleştirilecek” denmelidir. Türkiye’den havalimanlarını açması isteniyor. Peki, KKTC’deki hava ve deniz limanları ne oluyor?
- Onlar hâlâ yasadışı hava ve deniz limanları olarak kabul edilmiyor mu?
KESKİN – Türkiye herhangi bir devlet değil. Yedi yüz yıllık devlet deneyimi olan bir ülke. Ama bugün, böyle bir anlaşma için, ”Söz verdiniz” deniyor. Öteki taraf basın toplantısında böyle bir bağlantı kurmuyor bile. ”Kuzey Kıbrıs’a biz yardım yaparız, yapmayız. Bunu sizin yapmanız gerekenle bağlantılı görmeyin” demeye getiriyor. Orada çok büyük noksanlık var. Çok büyük hata yapıldığı kanısındayım. Bu hata düzeltilmelidir. Yoksa Türkiye daha çok yıllar uğraşır, durur. Üstelik onurumuzla da oynanmış olur. Bu durum Türkiye’de AB’ye karşı tepkiyi arttıracaktır. Eğer bu istenmiyorsa bu sorun çözülmelidir. Bu sözlerim hem Türk hem de AB tarafına. Türkiye bu sorunun çözümü için bir plan ortaya sunmalı, bu planı BM çerçevesinde gündeme getirmeli ve AB kamuoyuna taşımalıdır. ”Biz bu sorunun çözümü için şunları öneriyoruz…” denmelidir. O zaman Türkiye atağa geçerek adil bir çözüm istediğini dünyaya duyurabilecektir.
- Yani siz burada Türkiye’nin ciddi olarak bir eksikliği olduğunu mu düşünüyorsunuz?
KESKİN – Yüzde yüz öyle. Eğer Abdullah Gül’ün söylediği gibi bir anlaşma varsa o zaman Türkiye bunu ortaya çıkarsın. ”Siz bunun gereğini yapın” desin. Herhalde yok ki sadece verilen sözden bahsediliyor. Uluslararası ilişkilerde anlaşmalar sözlü söz vermelere dayanmaz.
Türkiye aleyhine dönen hava
- Diyelim ki Türkiye bütün koşulları yerine getirdi ve 35 konuda da yüzünün akıyla çıktı. Sonra ne olur?
KESKİN – O zaman da, dediğim gibi, referanduma gideceğiz, diyebilirler. Bakın, hükümetlerin Türkiye’yle ilgili kamuoyuna verdiği mesajlar halkı çok etkiliyor. Biz bunu yaşadık, görüyoruz. Bir örnek vereyim; Türkiye’nin AB üyeliği konusunda zaman zaman anketler yapılır. Bir aralık Türkiye’yle ilgili olarak bu anket sonuçlarında çok olumlu bir yaklaşım vardı. Almanya’daki anket sonuçları yüzde 55’lere kadar olumlu çıkıyordu. Ama daha sonra bu olumlu hava tersine döndü. Olumsuz mesajlar verilmeye başlandı. Sonuçta bir baktık ki kamuoyunun eğilimi yüzde 35, yüzde 40’lara kadar düştü.
- Hava Türkiye lehineyken neden aleyhine döndü, sizce? Bu kadar hızla değişebilen eğilimlerin nedeni ne olabilir?
KESKİN – Türkiye’nin AB üyeliğinin AB tarafından taşınamayacak bazı yükler getireceği zaman zaman Alman Hıristiyan Birlik Partileri, hatta Liberal Parti, medya tarafından sürekli kamuoyuna pompalandı. Bir örnek vereyim; ”Türkiye’yi üyeliğe alırsak bunun AB’ye 40 milyar Avro’luk bir maliyeti olacak” dendi. Bir başkası 20 milyar, öbürü 30 milyardan söz ediyor. Basın da bunları manşet yapıyor. Bir başka iddia da şu: ”Türkiye’ye kapılar açıldığında Anadolu’dan milyonlarca işsiz Avrupa’ya akın edecek.”
- İyi de, Türkiye’ye ucu açık olarak, tam üyelik verilse bile Türk vatandaşlarına serbest dolaşım hakkı tanınmayacağı koşulu getirilmedi mi?
KESKİN – Bu sınırlama belki kalıcı biçimde uygulanacak. ”AB gerekli gördüğü sürece” deniyor. AB, öbür üye ülkelere de geçiş sürecinde serbest dolaşıma böyle sınırlama getirdi, ama saptanan bir süre boyunca bu uygulama yapıldı. Örneğin, İspanya’ya, Polonya’ya bu uygulandı. Ama bunun süresi belliydi. Türkiye için o da öngörülmüyor. Yani AB ülkelerinde işsizlik varsa serbest dolaşımı gündem dışı tutabiliyorlar. Ben 40 yıldır Türkiye’de gerçek demokrasi, gerçek sosyal devlet ve bağımsız bir Türkiye için mücadele veriyorum. Benim gibi Türkiye’de on binlerce aydın da bunun mücadelesi içinde. Türkiye halkının büyük kısmı bunu istiyor. Ama Türkiye’de yöneticiler ne yazık ki kendi özgür iradeleriyle yapılması gerekenleri yapmıyorlar. Hâlâ bir dizi yapılması gereken iş var. Ama bunları ille de AB istediği için yapmak zorunda değiliz ki… Bunları kendimiz, kendi halkımız istediği için yapmalıyız. Atatürk’ ün koyduğu ”çağdaş medeniyetler düzeyine gelmek” var. Biz o düzeye layık değil miyiz? Türkiye AB’ye üye olmuş, olmamış. Bu benim için ikincil önemde. Önemli olan, bu standartları kendimiz için yakalamaktır. Ne yazık ki bazı şeyleri, AB zorladığı için bizim yöneticiler bunları yapmayı kabul ediyorlar.
- Türkler için serbest dolaşım hakkının sonsuza kadar sınırlandırılmasına geri dönersek, Avrupa ülkelerinin nüfusları yaşlı. 10 yıl içinde bu yaşlı nüfusu artık hiçbir şekilde istihdama sokamayacakları için özellikle Almanya’nın Afrika ülkelerinden işçi almak için hazırlık yapmaya başlaması Türkiye’ye karşı başka bir ikiyüzlülük değil mi?
KESKİN – Şu anda bu, AB’nin henüz gündeminde değil. Bugün Almanya’da dört milyonun üzerinde işsiz var. Öbür ülkelerde de işsizlik sorunu büyük. Ama bu söylediğiniz olay çok doğru. Bu, çok ciddi olarak ileriye yönelik düşünülen bir konu. Avrupa kıtası artık yaşlı. Bir de AB’nin şu anda bile belli konularda kalifiye elemana ihtiyacı var. Bu kalifiye eleman ihtiyacını bünyesindeki işsizlerle kapatamıyor. Hele on yıl sonra AB’nin genç, dinamik, her alanda çalışacak nüfusa şiddetle ihtiyacı olacaktır. Özellikle Türkiye bu konuda büyük potansiyel. Ama AB zaten bir ikilem içinde. Türkiye özgüvenle bu ilişkileri sürdürmelidir. Çünkü AB’nin Türkiye’ye gereksinimi var. Türkiye bu gereksinimin farkında olmalı ve bunun özgüveniyle masaya oturmalı, müzakereleri sürdürmelidir.
- AB’nin Türkiye’ye hangi alanlarda ihtiyacı var, sizce?
KESKİN – Pek çok alanda. Avrupa’nın geleceği için enerji kaynaklarının güven altında olması çok büyük önem taşıyor. Türkiye de bunun kalesi. Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinde bulunan doğalgaz, petrol potansiyeli son derece önemli olduğu için yine burada Türkiye’ye büyük görev düşüyor. Türkiye siyasi güven ve istikrar için son derece önemli bir konumda. Ayrıca da önemli bir güç.