BAŞBAKANA İKİNCİ MEKTUBUM (Offener Brief an den Ministerpräsidenten der Türkei)

Sayın Recep Tayyip Erdoğan Başbakan Ankara

Sayın Başbakan,

Size ilk mektubumu 17 Nisan 2009’da yazmış, Türkiye`nin son derece kuşku veren kutuplaşmaya taşındığını, hükümetinizi eleştirenlere karşı değişik yöntemlerle baskı, korku, yıldırma, sindirme siyaseti güdüldüğünü ve çok sayıda aydın, gazeteci ve yazarın tutuklandığını, bu durumun Türkiye` de sosyal ve siyasal barışı yok etmekte olduğunu ve ülkemizin – sizin bile istiyemiyeceğiniz – çok tehlikeli bir çatışma ortamına sürüklenmekte olduğunu vurgulamıştım.

Bugün, ilk mektubumdan 15 ay sonra, güzel ülkemiz Türkiye`nin getirildiği noktaya bakınca, endişelerimde ne denli haklı olduğumu, büyük bir üzüntüyle görmekteyim. Türkiyemizin şu anda içine itildiği durumdan, yurtsever hiçkimsenin memnun olamayacağı açık ve kesindir.

Her geçen gün, askerlerin, polislerin, sivil vatandaşların terörün hedefi olduğu, teröristlerin ve yandaşlarının, terörü kentlere kadar tırmandırdığı, İnegöl ve Dörtyol`dà yaşanan son olaylarda görüldüğü gibi, 1980 öncesinde yaşanan bir iç çatışmaya yol açabildiği bir duruma geldi güzel ülkemiz.

Türkiye`nin siyasi ve toplumsal olarak bu son derece gergin çatışma ortamına sürüklenmesinden, hiç kuşkusuz Başbakan olarak siz ve hükümetiniz sorumludur. Çünkü, öncelikle hükümet asli görevi olan, toplumda kutuplaşmayı, ayrışmayı ve bölünmeyi önleyici önlemleri almak ve her vatandaşın can güvenliğini sağlamakla yükümlüdür.

Oysa siz, toplumun en hassas konularında bile bu sorumluluğu gösteremiyerek, uzlaşma yerine Türkiye`yi ayrışma ve kutuplaşmaya götürecek siyasetler izlediniz. Buna kanıt olarak sadece iki somut örnek vermek istiyorum.

İlki: Kamuoyunun büyük bir ilgi ve merakla izlediği, benim de televizyondan pür dikkat izlediğim „Demokratik Açılım“a ilişkin olarak, ki buna daha önce „Kürt Açılımı“ dediniz, TBMM’’deki konuşmanızda, muhalefete ve kamuoyuna amacı ve yöntemi bilinmeyen bu projenizi anlatarak uzlaşma olanaği aramak yerine, bir meydan nutku edasıyla yaptığınız konuşma ve muhalefete karşı ağır saldırılarınız, çok sayıda muhalefet milletvekilinin oturumu terketmesine neden oldu. Türkiye için çok büyük önem taşıyan bu konudaki tavrınızı derin bir hayret ve üzüntüyle izledim. Konseptsiz ve stratejisiz başlattığınız bu „Demokratik açılım“ diğer bir deyişinizle „Kürt açılımı“, sonradan adını „Kardeşlik ve Barış Projesi“ olarak değiştirdiğiniz girişiminizle, terörü yoketme veya en azından azaltma bir yana, terörün tırmanmasına neden oldunuz. Çünkü, izlenen son derece yanlış politikayla, terör örgütü ve yandaşları Habur olayında tanık olunduğu gibi, adeta muhatap kabul edildi. Böylece terör yanlılarına büyük ölçüde prestij kazandırıldı ve cesaret verildi. Son haftalarda terörün daha da yoğunlaşması, sizin bu yanlış politikalarınızın sonucudur. Diğer ülkelerdeki deneyimlerden de görüldüğü gibi, terörü yapanlar ve yandaşları karşılarında onu yok etmeye kararlı bir iktidar görmezlerse ceseratlenir ve eylemlerini artırırlar. Türkiye`de son dönemde aynen bu durumu yaşıyoruz.

İkincisi: Anayasa değişikliği için muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarıyla baştan itibaren geniş katılımlı ve uzlaşmayı sağlayacak bir komisyon çalışması yapmak yerine, partinizin hazırladığı veya hazırlattığı paketi meclise getirdiniz. Buna karşın ana muhalefet partisi CHP size çok somut bir uzlaşma önerisinde bulunarak, üç maddenin paketten çıkartılarak seçim sonrası köklü bir anayasa değişikliğine gidilmesini, diğer maddelerinse CHP’nin de desteğiyle meclisten geçmesini, böylece referanduma gerek kalmadan anayasa konusunun çözülmesini önerdi. Hükümetiniz bu uzlaşıma önerisini anlaşılmaz bir yaklaşımla reddetti.

Böylece Türkiye`yi, temel amacı hükümet ve cumhurbaşkanı güdümlü bir yargı sistemini öngören ve yüksek yargı bağımsızlığını büyük ölçüde zedeleyecek olan bir anayasa referendumuna kilitlediniz. Özellikle kapsamlı ve geniş destekli bir anayasa değişikliği için zorunlu olan tüm partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla hazırlanması gereken anayasa değişikliği paketine olanak vermediniz. Bu tavrınızla uzlaşma yerine toplumda kutuplaşma ve ayrışmayı daha da pekiştiren bir yolu seçtiniz.

İşte bu nedenle, yargının bağımsızlığını ve hukuk devletini savunan herkesin bu referandumda hayır demesi bir zorunluluk olmuştur.

Sayın Başbakan, Çağdaş demokrasi ve hukuk devletinin vazgeçilemez koşulu, hatta önkoşulu, bağımsız yargı, özgür muhalefet, özgür basın, özerk üniversite vede ülkenin ve devletin temel sorunlarının çözümünde uzlaşma kültürüdür.

Ancak siz, izlemekte olduğunuz politikayla, yargıyı olabildiğince siyasallaştırmaya yöneldiniz. Özel yetkili savcılar ve mahkemeler yoluyla, „Ergenekon“ ve „Balyoz“ denen dava ve operasyonlarla aralarında Türkiye`nin seçkin bilim insanları, gazeteciler, yüksek rütbeli subayların bulunduğu ve halkın sevgi, saygı ve güvenini kazanmış çok sayıda insan, hukuk devletiyle bağdaşmayacak yöntemlerle, gözaltına alındılar, alınmaktadırlar. Bunlardan bazıları aylardır, bazıları bir yılı hatta iki yılı aşkın bir süredir tutuklu bulunuyorlar. Yüzbinlerce kişinin telefonları hukuka aykırı yollardan dinlenerek, yurttaşların en temel hakkı olan korkususz haberleşmeleri bile engelleniyor. Artık Türkiye`de insanlar askeri darbe dönemlerinde olduğu gibi korku ve kuşkuyla yaşar duruma getirilmiş durumdadırlar.

Medyanın büyük bir kesimini doğrudan veya dolaylı yollardan, hemde çoğu kez kamu bankaları kredileriyle satın alarak veya aldırtarak, bir kesimini da büyük bir baskı altında tutarak, eleştirel yayın yapmalarını önleme, hatta bazı gazetecilerin işlerinden atılmasına varan yötemleri uyguladınız, uygulamaktasınız.

Özerk ve hükümetten bağımsız olması gereken kamu kurum ve kuruluşlarından TRT, hükümetin adeta yayın organı durumuna getirilmiştir. Yine tamamen özerk olarak çalışmaları gereken Üniversitelere, yapılan seçim sonuçlarının aksine, taraflı rektör atamaları yaptırdınız ve demokratik olmayan YÖK denen kurum üzerinden, hiçbir dönemde görülmeyen biçimde üniversiteleri susuturdunuz. Toplumun en duyarlı kesimi olması gereken üniversitelerden yıllardır siyasi ve toplumsal sorunlara ilişkin hiç bir ses duyulmaması bu politikanızın sonucudur.

1980 darbesinin ilk yılları hariç, • Hiç bir dönemde Türkiye`de, benim gözlemleme olanağı bulduğum 1965’lerden günümüze, eleştirilere bu denli tahammülsüz ve baskıcı bir hükümet görmedim. • Yarım yüzyıla yakın bu sürede hiç bir yönetim, medyanın öemli bir kısmını kendine bu denli bağnazca bağımlı kılıp, yandaş konumuna getirmedi ve kamuoyunu bilinçli olarak yanlış bilgilendirmedi. • Hiç bir dönemde, Türkiye`de anayasanın emrettiği demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini inançla savunan, askeri darbelere ve hukuk dışı uygulamalara her zaman karşı tavır sergilemiş olan, tam anlamıyla yurtsever, namuslu ve dürüst insanlar, aydınlar, Kemalistler asla haketmedikleri suçlamalarla karalanmadılar, inandırıcılıktan tamamen uzak gerekçelerle darbe yanlısıymışcasına tutuklanmadılar. • Hiç bir dönemde yüksek yargı kurumlarının saygınlığını bu denli sarsıcı tavırlar sergilenmedi. • Hiçbir dönemde, tam bir kampanya yöntemiyle Türk ordusuna ve komutanlarına karşı böyle karalama ve suçlama yapılmadı. • Hiçbir dönemde, Türkiye`nin gündeminde olması ve sürekli tartışılması gereken artan işsizlik, yoksulluk, zengin-fakir uçurumu, yolsuzluk ve rüşvet olayları, eğitim ve sağlık gibi sorunlar, büyük bir başarıyla gündem dışı tutularak, ülke gündemi sürekli olarak yapay konularla değiştirilmedi. • Hiç bir dönemde, Türkiye`de son yıllarda yaşandığı kadar, partizanca ve hem de çoğu kişinin getirildikleri görevi ve statüyü haketmedikleri kadrolaşma yaşanmadı. • Hiç bir dönemde, siyasilerin ve yakınlarının politika üzerinden kısa sürede bu denli zengin oldukları, sonderece ustaca yöntemlerle kamu varlıklarının adeta talan edildiği, yerli ve yabancılara satıldığı ve bu denli büyük yolsuzlukların yaşandığı görülmedi. • Hiçbir dönemde, yüzlerce Milletvekilini işledikleri adi suçlardan bile koruyan ender bir dokunulmazlık zırhıyla korunmasında bu denli ısrarcı olunmadı. • Ve hiç bir dönemde Türkiye, AKP iktidarı döneminde olduğu kadar, borç yükü altına sokulmadı.

Sayın Başbakan, Bana öyle geliyor ki, Türkiye, yukarıda özetlediğim konularda belki sizin bile istemediğiniz ve kabul edemiyeceğiniz bir konuma gelmiştir. Hatta kanımca bazı alanlarda size rağmen Türkiye bu son derece üzücü ve tedirgin edici bir çizgiye taşınmıştır. Evet Sayın Başbakan, siz ve hükümetiniz bu durumun baş sorumlususunuz. Halk bunun hesabını, en geç gelecek genel seçimlerde sizden sormak zorundadır, soracaktır da. Sağduyu sahibi Türk halkının bunu yapacağından kuşku duymuyorum.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Hakkı Keskin

ilk mektubu okumak için lütfen tıklayınız!