CHP taş taş üstüne koymadı – Turkish Forum

 

Prof. Dr. Hakkı Keskin

Siyasal Bilimci, Almanya ve Avrupa Parlamenter Meclisi eski Üyesi

  1. Haziran 2018

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan:

“CHP taş taş üstüne koymadı.” açıklaması ve gerçekler

28 Nisan 2018 tarihli TBMM gurup toplantısındaki konuşmasında AKP genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı kimliğiyle sayın Erdoğan, sanıyorum duyanları son derece hayrete düşüren, üzen ve öfkelendiren şu açıklamayı yaptı.

“CHP susuzluk, çöplük, hava kirliliği, tezek demektir. … Bunlar taş taş üstüne koymadılar. Biz istiyoruz ki bir şeyler ortaya koysunlar.”

Bu denli ağır hakaretleri içeren ve gerçekleri örtbas eden bir konuşma sanıyorum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk olsa gerekir. 50 yılı aşkın bir süredir üniversite öğrencilik yıllarımı, 30 yıla varan öğretim üyeliğimi ve iki dönem milletvekilliğimi Almanyada yapmış olmama karşın, Türkiyedeki siyaseti yakından izlemekteyim. Bu denli yetkili birisinden böyle bir konuşma hatırlamıyorum. Ne Almanya ve ne de herhangi bir diğer Avrupa ülkesinde de, muhalefet partisine yönelik buna benzer ağır hakaretleri ve gerçek dışı söylemleri duymadım.

Bu konu beni çok büyük hayrete düşürdü ve derinden üzdü. 16 yıldır Türkiye’yi yöneten bir liderin bu sözleri söylemesine, bir bilim insanı olarak aşağıdaki yazımla yanıt vermeyi aynı zamanda yurttaşlık görevim olarak görüyorum.

 

Cumhuriyetin Kuruluş Yıllarındaki Türkiye’nin Durumu

Türkiye 1923’te yoksul bir köylü devletidir. Ekmek ununun, tekstilin bile çoğu ithal ediliyor. Salgın hastalıklar insanları ve hayvanları kırıyor. Tüm Türkiye’de sadece 337 doktor, 136 ebe ve 434 sağlık memuru bulunuyor. Okuma yazma bilenlerin oranı yüzde beş düzeyindedir.

Tüm Türkiye’nin sanayi üretimi, 20 bin insanın çalıştığı bir fabrika üretimi kadardır. Türkiye tüm sanayi ürünlerini, demir-çeliğini, çimentosunu, kimyasal ürünlerini dışarıdan satın alıyor. Tuz kaynaklarından tekel ürünlerine, demir yollarından bankalara neredeyse her şey, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçları nedeniyle, alacaklı devletlerin kurduğu Düyunu Umumiye’nin elindedir.

14, 15 ve 16. yüzyıllara kadar birçok alanda Avrupa ülkelerinden daha gelişmiş düzeyde olan Osmanlı İmparatorluğu’nun, 1923 yılında bıraktığı miras gerçekten içler acısıdır. Birinci Dünya Savaşını kaybeden, İmparatorluğa ait Arap Dünyası ve Balkanlar elinden alınan ve hatta Anadolu’nun bile büyük bölümü işgal edilen Türkiye, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda gibi Batı Avrupa ülkelerinden her alanda iki-yüzyıl geride kalmış durumdadır. Bu geri kalmışlık, eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sanayide, tarımda, altyapı hizmetlerinde, ulaşımda, haberleşmede, gerçekten de her alanda kendini tartışılmaz biçimde gösteriyor.

Osmanlı Devleti’nin Çöküşünün Hızlandıran Nedenler

Kuşkusuz, Osmanlı Devleti bizim tarihimiz, geçmişimizdir. Ancak bu İmparatorluğun 16. yüzyıldan başlayarak hangi nedenlerden bu denli geri kaldığını, giderek yarı sömürge durumuna geldiğini ve sonunda da parçalandığını bilmek ve buna göre değerlendirme yapmak ve ders çıkarmak gerekir. 1535 yılında Fransa, 1580 yılında İngiltere, 1612 yılında Hollanda, 1617 yılında Avusturya , 1678 yılında Polonya, 1700 yılında Rusya ile yapılan ve bu ülkelere ticarette, kendi ülke girişimcilerine vermediği özel imtiyazlar tanıyan “Kapitülasyon” anlaşmaları, Osmanlı sanayisi ve ekonomisinin yıldan yıla çöküşünün esas nedeni olmuştur. İşin garibi, bu çöküş, İmparatorluğun en güçlü olduğu Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlamıştır.

1854 yılında yabancı ülkelerden borç almaya başlayan İmparatorluk, 1876 yılında borçlarını ödeyemez hale gelir ve iflas ettiğini açıklar. İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve İtalya’dan oluşan alacaklı ülkeler, 1881 yılında merkezi İstanbul’da olan ve ismine ‘Düyunu Umumiye’ denilen Alacaklı Ülkeler Komisyonunu kurarlar. Böylece Osmanlı devletinin maliyesini, ekonomisini ve hatta siyasetini bu devletler kontrol etmeye başlarlar. Devletin gelir kaynaklarına el konulur. Osmanlı İmparatorluğu artık yarı sömürge durumuna gelmiştir. Batılı ülkeler, Osmanlı Devletini “Boğazdaki hasta adam” (Der Kranke Mann am Bosporos) olarak görmektedirler. Bu kavram o tarihten itibaren literatüre de geçmiştir. Bu hasta adamın, Birinci Dünya Savaşı sonuna değin yaşayabilmesi, onun dirayetinden çok, Osmanlı Toprakları üzerinde pay sahibi olma yarışında bulunan İngiltere, Rusya, Almanya ve Fransa arasındaki kızgın rekabetten kaynaklanmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı Devletinin geri kalış ve çöküş nedenlerini, son derece titizlikle araştırdığı 1929 tarihli Nutkunda ayrıntılarıyla belirtmekte ve bundan Türkiye Cumhuriyeti için gerekli dersleri çıkartmaktadır. Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması ve her alanda tam bağımsızlık ilkesi, Osmanlı Devletinin son 300 yıllık duraklama, geriye gidiş ve çöküşünün tarihi gerçeğine dayanmak-tadır.

Osmanlı Devletine hayranlık duyarak onu göklere çıkaranlar ve hatta “Yeni Osmanlılık” peşinde olanlar, ne yazık ki bu gerçekleri bilmeden, ya da bilerek halkı aldatmakta ve halktan bu gerçekleri saklamaya çalışmaktadırlar. Gerçekleri örtbas eden bu bağnazlığı anlamak olası değildir.

Mustafa Kemal Atatürk!ün Osmanlı Geçmişinden çıkardığı Ders ve CHP Döneminde yapılanların Özeti

Türk halkı, Mustafa Kemal ve kadrosu önderliğinde, tüm sömürge ülkelerine örnek olan Ulusal Kurtuluş Savaşımız kazanıldıktan ve Lozan’da Türkiye’nin bağımsızlığı kabul ettirildikten sonra, Atatürk esas savaşın, Ortaçağ düzeyinde geri kalmış, ekonomisi çökmüş, borçlu, yoksul, eğitimsiz Türkiye’yi, “Çağdaş ülkeler düzeyine çıkartmak” olduğunu söylemektedir.

Bunun için kararlı ve hızlı bir tempoyla yepyeni bir siyasi anlayışla, tam bağımsız ve kendine yeter ekonomiyi, her alandaki altyapıyı, eğitimli ve sağlıklı bir nüfusu olan Türkiye Cumhuriyetini, ivedi olarak yaşama geçirime yarışı başlar.

Öncelikle halkın ve ülkenin günlük kitlesel ihtiyaçları olan yiyecek, giyecek, temel sanayi ürünlerinin, ulaşım hizmetlerinin yerli üretimle karşılanması, kalkınma hamlesinde temel ilke olarak benimsendi. Gerekli yatırımları yapacak ulusal özel sermaye son derece yetersiz olduğundan, kısa süre sonra devletçilik ilkesi benimsenerek, beş yıllık kalkınma planları çerçevesinde kollar sıvandı. İlk yıllarda gerekli hukuksal altyapının oluşması sağlandı ve hedefleri yerine getirecek banka, ticaret ve sanayi örgütlenme ağı kuruldu.

1925-1939 yılları arasında yabancıların elinde bulunan ulusal varlıkların, şirketlerin, ve bankaların tamamına yakını millileştirildi. Osmanlı Devletinden devralınan borçlar geri ödendi. Gerekli ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra 1934-1938 yılları için yapılan ilk “Sanayi Planı” başarıyla uygulandı.

Aşağıdaki veriler, ülkenin temel ihtiyaçlarını yerli üretimle karşılamayı amaçlayan sanayileşme politikasında elde edilen başarılı sonuçları göstermektedir.

1929-1939 yıllarında sağlanan bazı ekonomik göstergeler

Üretim\Yıllar 1929 1939 artış (%)
İplik üretimi (100 ton) 23 90 42
Şeker üretimi (1000 ton) 8 95 1008
Çimento üretimi (1000 ton) 65 284 337
Krom üretimi (1000 ton) 16 183 1044
Taşkömürü üretimi (1000 ton) 1451 2696 86
Elektrik üretimi (mil. kW saat) 106 253 233
Bakır üretimi (1000 ton) 561
Cam üretimi (1000 ton) 419
Kağıt üretimi (ton) 745
Türkiye sınırlarındaki demiryolu ağı (km) 4000 7326 55
Karayolu ağı (km) 29.636 41.600 41

1938 yılına gelindiğinde, yerli üretimle halkın ve ülkenin şeker, çimento, ağaç ürünleri, lastik, deri, bakır ve bakır ürünleri ihtiyaçları tamamen; tekstil, kağıt, toprak ve seramik ürünleri ise çok büyük ölçüde karşılandı.

Dünya’yı sarsan 1929 ekonomik krizine karşın, 1933-1939 yıllarında Türkiye’nin yıllık kalkınma hızı yüzde 9,1 olmuştur. 1938 yılında sanayi üretimi 1929 yılına kıyasla yüzde 80, ağır sanayi üretiminde ise yüzde 152 artmıştır. Türkiye’nin değişik yerlerinde kurulan dokuma, çimento, şeker fabrikaları, kağıt, şişe cam ve Karabük Demir çelik fabrikası, bu dönemde yapılmıştır. 1930 yılına kadar buğday ve un ithal eden Türkiye, bu tarihten sonra buğday ihracatına başlamıştır.

Osmanlı toprakları arasında bulunan ve zengin petrol kaynaklarının keşfedildiği Basra Körfezini ele geçirmek amacıyla emperyalist ülkeler arasında başlayan kıyasıya yarış, Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından yapılan ve imtiyazları kendilerine ait olan 4,559 kilometre uzunluğundaki demir yollarının yapımına yol açmıştır. Truva atı olarak nitelendirdiğim meşhur Bağdat Demir Yolu projesi bunun en somut örneğidir. Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan için hazırlanan bir reklamda, sultanlarımızın Demir yolu ağını Mekke’ye kadar götürdüğü övgüyle belirtiliyor. Oysa Almanya İmparatorluğu’nun, bu projeyi demiryoluyla petrol kaynaklarına, Basra Körfezine ulaşmak amacıyla yaptığı, anlaşılan bilinmemekte ya da bilindiği halde böyle anlatılmaktadır.

1923-1940 yıllarında 3,208 kilometre yeni demir yolu döşenmiştir. Böylece yılda ortalama 250 km demir yolu yapılmıştır. Ayrıca bu sürede 12,000 kilometre yeni kara yolu yapılmıştır.

Başbakan Erdoğan bu heyecan veren, ulusal kalkınma hamlesini simgeleyen ve Türk halkını daha büyük başarılara motive etmeyi amaçlayan “Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan”… 10. yıl marşıyla alay ederek, “Nereyi ördü, hiç bir şey örmüş falan değil… Demir ağıyla Türkiye’yi şimdi biz örüyoruz” demektedir. Oysa AKP’nin 10 yıllık dönemde yaptığı demir yolu 1,085 kilometre, hızlı tren hattı ise 888 kilometre olmak üzere toplam 1,973 kilometredir.Yapılan yıllık demiryolu ortalama 197 km de kalmıştır.

Görüldüğü gibi, 1929-1940 yıllarında o dönemin son derece sınırlı teknik olanaklarıyla ve tamamen ulusal kaynaklarla ve ayrıca Almanya, Fransa ve İngiltere firmalarına ait 4,559 kilometre uzunluğundaki demir yolları da millileştirilerek, gerçektende mucizevi bir başarı sağlandı. 1923-1940 yıllarında, AKP dönemindekinden daha fazla demir yolu yapıldığı, Devlet Demir Yollarının verileriyle kanıtlanmaktadır. Sayın Erdoğan’ın, Atatürk döneminde kurulan Kamu İktisadi Kuruluşları değerlerinin çok altında satılarak ve dış borç alarak yapılan yolları, Atatürk döneminde sağlanan büyük başarıyı, hem de yanlış bilgi vererek küçümsemeye kalkması, büyük nankörlük ve gerçekleri saptırmaktır.

624 yıl süren Osmanlı Devleti’nin, 1923 yılında Türkiye’ye bıraktığı sanayi, tarım, ulaşım, sağlık ve eğitim düzeyini, sadece 17 yıllık 1923-1940 yıllarındaki aynı alanlarla kıyaslarsak, inanılmaz bir sonuçla karşılaşırız. Gerçekten de 17 yıllık sürede Türkiye Cumhuriyeti’nde ekonomide, sanayide, tarımda, ulaşımda, eğitim ve sağlık hizmetlerinde sağlanan sonuç, Osmanlı Devleti’nin bu alanlarda bıraktığı mirastan kat kat fazladır. (Bu veriler için bakınız: Hakkı Keskin, Die Türkei, Vom Osmanischen Reich zum National Staat – Werdegang einer Unterentwicklung (Türkiye, Osmalı İmparatorluğundan Ulusal Devlete – Geri kalmışlığın oluşumu, Osmanlı Devleti’nin geri kalmışlık nedenleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal, ekonomik ve toplumsal yapısı). Berlin 1978.

Yılmaz Aslan, 1924-1938 yıllarındaki Türkiye ekonomisinin temel göstergeleri olan Enflasyon, Türk Lirasının dolar karşısındaki değeri ve GSMH büyüme hızına ait verileriyle, bizlere bu dönemin ekonomik gelişmeleri hakkında ayrıntılı bilgi sunmaktadır. Osmanlı Devleti borçlarını ödemek yükümlülüğünü üstlenen Türkiye’nin, yok denecek kadar az sanayisinin olduğunu, Tarımın ilkel metotlarla yapıldığını ve nüfusun yüzde 90’nının köylerde yaşadığını belirtiyor araştırmacı Aslan.

1924-1938 Yıllarında Türkiye’nin Temel Ekonomik Göstergeleri

Yıllar Enflasyon% Dolar kuru1 TL = $ GSMH Büyüme Hızı %
1924 10 1,68 14,9
1925 12.4 1,88 12,8
1926 – 8,5 1,83 18,2
1927 2,2 1,91 – 12,8
1928 – 0,1 1,94 11
1929 4,5 1,95 21,6
1930 – 25,4 2,2 2,2
1931 19 2,12 8,7
1932 – 5,7 2,12 10,7
1933 – 15,9 2.12 15,8
1934 0,5 1,71 6,0
1935 11,1 1,33 – 3,0
1936 5 1.26 23,2
1937 5 1.26 1,5
1938 – 4,2 1,26 9,5

Not: Eksiler mal ve hizmet fiyatlarındaki düşünü – deflasyonu- gösteriyor.

Not: Bu istatistikler için bakiniz, Yılmaz Arslan, 1923-1938 yılları arası Türk Ekonomisi Bilgisi, kaynak, Aydan Özcan, 28.10.2013.). (Bakınız, Yilmaz Arslan, 1923-1938 yılları arası Türk Ekonomisi Bilgisi, 28.10.2013).

Görüldüğü gibi bu 14 yıllık Atatürk döneminde Gayrı Safı Milli Hasılanın ortalama büyüme hızı yüzde 11,4 olarak gerçekleşmiştir. Türk lirasının dolar karşısındaki değeri ise bazı yıllardaki iniş çıkışlara karşın korunabilmiştir. Hatta Türk Lirasının 1935-1938 yıllarında dolar karşısındaki değeri daha da artmıştır. Enflasyonda ise artışlar ve düşüşler göz önünde tutulduğunda, bu dönemin ortalamasında yüzde birin de altında bir durum vardır.

Son derece önemli bir diğer konu ise, diş ticarette açık verilmemesi başarılmıştır. 1930-1940 yıllarında yalnız 1938 de ihracat ithalatın gerisinde kalmış, diğer yıllarda ise dışsatım gelirleri dışalımdan fazla olmuştur. Böylece ticaret açığını kapatma sorunu ve dış borç alma zorunluluğu yaşanmamıştır. Sanayileşme politikasında ve ekonomik ilişkilerde özel yeri olan Sovyetler Birliği ile yapılan ihracat-ithalatta, mal takas sistemi uygulanmıştır. Atatürk döneminde Osmanlı borçlarının tamamı ödenmiş ve yabancılara ait şirketler millileştirilmiştir (bakınız, Hakkı Keskin, yukarda).

Atatürk döneminin bu temel ekonomik göstergeleri inkar edilemez bir gerçeği açıkça kanıtlamaktadır. Atatürk döneminin bu 14 yılı, 1950-2017 yıllarındaki tüm diğer hükümetlerle karşılaştırıldığında, ekonomide hiç bir hükümetin ulaşamadığı bir rekoru kanıtlamaktadır

1939-1950 Yıllarının Savaş Ekonomisi

Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin kuruluşundan 1950 yılına değin Türkiye’de iktidarı elinde bulundurdu. CHP nasıl bir Türkiye ile yönetime başladığını ve 1940’lara değin neleri başardığını yukarıda özetleye çalıştım. 1940-1950 yılları İkinci Dünya Savaşı ve sonrası kısa dönemi içermektedir.Atatürk ile birlikte başlatılan sanayileşme ve altyapı yatırımları 1939-1950 yılları arasında da sürdürülmeye çalışılmıştır.

Ancak, Atatürk’ün ölümünden sonra Nazi Almanya’sının Polonya’ya 1 Eylül 1939 tarihinde saldırmasıyla, İkinci Dünya Savaşı sürecine girilmiştir. Kısa sürede Türkiye’nin etrafında başlayan ateş çemberi ve bir yandan Almanya’nın, diğer yandan da İngiltere ve Fransa’nın Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa katılmaya zorladıklarına tanık oluyoruz.

Türkiye, bir yandan büyük bir felaketi getireceği belli olan bu savaşa girmemeye, diğer yandan da her an kendini savaşın içinde bulabileceği endişesiyle, savaşa hazırlık stratejisi ve ekonomi-politikaları izlemeye başlar. Bu yıllarda buğday ve diğer yiyecekler stoklanır, halkı zorlayan vergiler konur. Muhalefet partileri tarafından İnönü’ye yapılan ve günümüze değin sürekli olarak tekrarlanan kanımca haksız eleştiriler, izlenen bu savaşa hazırlık politikalarından kaynaklanmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olan Lozan Antlaşmasını büyük bir siyasi başarıyla yürüten ve her zaman Atatürk’ün en yakın sırdaşı ve dostu olan İsmet İnönü, Atatürk’ün ölümünden sonra Cumhurbaşkanı seçilir. İsmet İnönü büyük bir siyasi ustalıkla, etrafında ateş çemberi olan Türkiye’yi savaşa sokmamayı, böylece yüz-binlerce gencimizin yaşamını yitirmesini ve Türkiye’nin büyük bir tahribata uğramasını önlemiş olur.

Tüm bu gerçekleri bilmeyerek, ya da on-yıllardır süregelen Atatürk devrimleri ve Cumhuriyet karşıtı yanlış enformasyonlara inanarak, CHP tarafından Atatürk döneminde yapılanları, görmemek, yadsımak ve halkın gözünde küçültmek, hatta “Taş taş üstüne konmadı” iddiasını ortaya atmak, gerçekleri ters yüz etmektir, çok büyük haksızlıktır. Bu iddiaları ortaya atanlar, daha çok İslam dinini siyasetin aracı yapanların vazgeçemedikleri bir amaç haline gelmiştir. Atatürk karşıtlığı ne yazık ki, AKP ideolojisinin temelini oluşturmaktadır. Geniş medya desteğiyle gerçekleri örtbas etme uğraşlarına karşın, Türk halkının ve gençliğinin ulusal kurtarıcısı ve büyük devlet adamı Atatürk’e duyduğu kadirşinaslık, sevgi ve saygı daha da güçlenerek sürmektedir.

Atatürk’ten İsmet Paşa’ya Türkiye Raporu

Cumhuriyetin kuruluşunda Türkiye’nin içinde bulunduğu genel durumu, Mustafa Kemal’in hazırladığı rapordan izleyelim.

Tarih 30 Ekim 1923. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ertesi günü, Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’yı Köşk’e davet eder. Ülkenin genel durumu hakkında hazırlattığı raporları İsmet Paşa’ya böyle sunar.

“SEVGİLİ Paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur,hiç itiraz etme! Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.

Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4,000 km kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz.

Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor. Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok.

Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114,408.

Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.

Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.

Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!” (Bakınız, Turgut Özakman, Cumhuriyet – Türk Mucizesi – 2. Kitap, İstanbul 2010,).

Araştırmacı Mesut Karip, Cumhuriyet döneminde ve CHP yönetiminde (1923-1950 arası) yapılanların aşağıda yıl yıl dökümünü sıralamaktadır. (Bakınız: Mesut Karip, blog-milliyet-com.tr.)

1923 – Anadolu Ajansı1923 – Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu

1923 – Türkiye Şeker Fabrikaları

1923 – Uşak Terakki Ziraat T.A.Ş

1924 – Gölcük Tersanesi

1924 – Devlet Demiryolları

1924 – TC Ziraat Bankası A.Ş (Ziraat

Bankası’nın şirketleşmesi)

1924 – Cumhuriyet Gazetesi

1924 – Türkiye İş Bankası1924 – Türk Kadınlar Birliği.

1924 – Cumhurbaşkanlığı Orkestrası

1924 – Türkiye Tütüncüler Bankası

1924 – Anadolu Sigorta

1924 – Bursa Karacabey Harası

1924 – Topkapı Sarayı Müzesi

1925 – Türk Hava Kurumu (Türk Tayyare Cemiyeti) 1925 – İstanbul Liman İşleri İnhisarı

 

1925 – Eski Eserler ve Müzeler Gene Müdürlüğü1925 – İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikaları

T.A.Ş.

1925 – Gazi Orman Çiftliği

1925 – Eskişehir Cer Atölyeleri

1925 – Sanayi ve Maadin Bankası

1925 – Adana Mensucat Fabrikası

1925 – Adana ve Bergama Müzeleri

1926 – Türk Telsiz Telefon Şirketi

1926 – Eskişehir Uçak Bakım İşletmesi

1929 – Alpullu Şeker Fabrikası

1926 – İstanbul’da inşaat demiri üreten

ilk haddehane

1926 – Tarım Satış Kooperatifleri ve

Birlikleri

1926 – Amasya, Sinop ve Tokat Müzeleri

1926 – Kayseri Uçak ve Motor Fabrikası

açıldı

1926 – Bakırköy Çimento Fabrikası

1926 – Uşak Şeker Fabrikası

1926 – Devlet İstatistik Enstitüsü

1927 – Bünyan Dokuma Fabrikası

1927 – Demiryolları ve Limanlar Genel

Müdürlüğü

1927 – Ankara – Kayseri demiryolu

1927 – Emlak ve Eytam Bankası

1927 – Samsun – Havza – Amasya

demiryolları.

1927 – Bursa Dokumacılık Fabrikası

1927 – Eskişehir Bankası

1927 – Ankara Arkeoloji Müzesi ve Sivas

Müzesi

1927 – Köy Öğretmen Okulları

1927 – İzmir Müzesi

1928 – Anadolu Demiryolu Şirketi’nin

yabancılardan satın alınması

1928 – Ankara Çimento Fabrikası

1928 – Ankara Numune Hastanesi

1928 – Refik Saydam Hıfzısıhha

Enstitüsü

1928 – Türk Eğitim Derneği (TED)

1928 – İstanbul Bomonti’de Türk

Mensucat Fabrikası

1928 – Amasya – Zile demiryolu

1928 – Malatya Elektrik Santralı

1928 – Kütahya – Tavşanlı demiryolu

1928 – İstanbul’da Üsküdar, Bağlarbaşı ve

Kısıklı’da tramvay hatları tesisi.

1928 – Ankara Palas oteli

1928 – Gaziantep Mensucat Fabrikası

1929 – Mersin- Adana Demiryolu’nun

yabancılardan satın alınması

1929 – Ayancık Kereste Fabrikası

1929 – Trabzon Vizera Hidroelektrik

Santralı

1929 – Fatih-Edirnekapı tramvay hattı

1929 – Anadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus

Demiryolları’nın yabancılardan satın

alınması

1929 – Haydarpaşa Limanı’nın yabancılardansatın alınması

1929 – Kütahya- Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı

Demiryolları

1929 – Paşabahçe Rakı ve İspirto

Fabrikası

1930 – Ankara – Sivas Demiryolu Hattı

1930 – Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası

1930 – Ankara Ziraat Enstitüsü

1930 – Kayseri – Şarkışla demiryolu

1930 – Ankara Etnografya Müzesi

1931 – Bursa- Mudanya Demiryolu’nun

yabancılardan satın alınması

1931 – Gölbaşı – Malatya demiryolu

1931 – Bölge Sanat Okulları

1931 – Tekel Genel Müdürlüğü

1931 – Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası

1931 – Türk Tarih Kurumu

1932 – Devlet Sanayi Ofisi

1932 – Samsun- Sivas demiryolu

1932 – Diyarbakır Tekel Rakı Fabrikası

1932 – İzmir Rıhtım İşletmesi’nin yabancılardan

satın alınması

1932 – Türkiye Sanayi Kredi Bankası

1932 – Kütahya – Balıkesir Demiryolu

1932 – Ulukışla – Niğde Demiryolu

1932 – Halkevleri

1932 – Türk Dil Kurumu

1933 – Eskişehir Şeker Fabrikası

1933 – Sümerbank

1933 – Adana-Fevzipaşa Demiryolu

1933 – Ulukışla – Kayseri Demiryolu

1933 – İller Bankası

1933 – İstanbul Üniversitesi

1933 – Zonguldak Yatırım Bankası

1933 – Kayseri Milli iktisat Bankası

1933 – Samsun- Çarşamba Demiryolu hattının

yabancılardan satın alınması

1933 – Halk Bankası

1933 – Yüksek Ziraat Enstitüsü

1934 – Bandırma- Menemen- Manisa

Demiryolu’nun yabancılardan satın

alınması

1934 – Keçiborlu Kükürt Fabrikası

1934 – Turhal Şeker Fabrikası

1934 – Isparta Gülyağı Fabrikası

1934 – Basmane (İzmir) – Afyon Demiryolu’nun

yabancılardan satın alınması.

1934 – Sümerbank Bakırköy Bez Fabrikası

1934 – Bursa Süttozu Fabrikası

1934 – Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası

1935 – Aydın Demiryolları’nın yabancılardan

satın alınması

1935 – Amortisman Sandığı

1935 – MTA Enstitüsü

1935 – ETİBANK

1935 – ETİMADEN

1935 – Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş.

1935 – Türkkuşu

 

1935 – İstanbul Rıhtım Şirketi’nin yabancılardansatın alınması

1935 – Ankara troleybüs hattı

1935 – Fevzipaşa – Ergani – Diyarbakır

demiryolları

1935 – Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası

1935 – Elektrik İşleri Etüt İdaresi

1935 – Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası

1935 – Afyon – Isparta demiryolu

1935 – Sümerbank Kayseri Dokuma Fabrikası

1935 – Ankara Mamak Gaz Maskesi Fabrikası

1935 – Ayasofya müzesi.

1935 – Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi

1936 – Ankara Çubuk Barajı

1936 – Ankara Devlet Konservatuarı

1936 – Edirne-Sirkeci Şark Demiryolları’nın

yabancılardan satın alınması

1936 – Haydarpaşa Numune Hastanesi

1936 – Sümerbank Malatya iplik ve Bez

Fabrikası

1936 – İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası

1936 – Elazığ Şark Kromları İşletmesi

1936 – İzmir Enternasyonal Fuarı

1936 – İzmir Havagazı Şirketi’nin yabancılardan

satın alınması

1936 – İstanbul Telefon Şirketi’nin yabancılardan

satın alınması

1937 – Sümerbank Konya Ereğlisi Dokuma

Fabrikası

1937 – Kozlu Kömür İşletmeleri’nin yabancılardan satın alınması1937 – Çatalağzı – Zonguldak demiryolu

1937 – İstanbul Resim Heykel Müzesi

1937 – Ankara Bira Fabrikası

1937 – Toprakkale – İskenderun Demiryolu’nun

yabancılardan satın alınması

1937 – Ankara Motorlu Tayyarecilik Okulu

1937 – Urfa Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği

1937 – Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası

1937 – Denizbank

1937 – İstanbul ve Trakya Demiryolları’nın

yabancılardan satın alınması

1937 – Diyarbakır – Cizre Demiryolu.

1937 – Yozgat Termo-Elektrik Santralı

1938 – Gemlik Suni İpek Fabrikası

1938 – izmir Telefon Şirketi’nin yabancılardan

satın alınması

1938 – Ankara Radyoevi

1938 – Divriği Demir Madenleri

1938 – Bursa Merinos Fabrikası

1938 – Murgul Bakır İşletmeleri’nin satın alınması

1938 – Devlet Havayolları Genel Müdürlüğü

1938 – Eskişehir İspirto Fabrikası.

1938 – İstanbul Elektrik Şirketi’nin yabancılardan

satın alınması

1938 – Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO).

1938 – Sivas – Erzincan Demiryolu

1938 – Fiskobirlik

Bütün bu yapılanları görmemezlikten gelerek, hatta inkar ederek, “Taş Taş üstüne konmadı” denilebilmesini, anlamak, hayret etmemek ve hatta öfkelenmemek olasımıdır?

2002-2017 yıllarını içeren 15 yıllık AKP hükümetleri döneminin ekonomi politikalarını, Atatürk dönemiyle karşılaştırmak isterdim. Ancak bunun ayrı bir konu olduğunu ve okuyucuları sıkabileceğini düşünerek, yorumumu bir kaç temel noktayla tamamlamak isterim. Atatürk döneminin verileriyle aşağıda kısaca özetlediğim AKP döneminin ekonomi verilerini lütfen sizlerin karşılaştırmanızı diliyorum.

AKP hükümetleri 2002-2017 döneminin ekonomik göstergeleri:

1) Milli Gelir ortalama olarak yılda yüzde 4,8 olarak büyümüştür.

2) Enflasyon ortalama olarak yılda yüzde 10,4 olmuştur.

3) Türk Lirasının ABD doları karşısındaki değeri 2003-2010 yıllarında 1,50 TL olarak kalması sağlandı. Ancak 2011 den itibaren TL nin dolar karşısındaki değer kaybı her yıl artarak haziran 2018 de 5,50 TL oldu.

4) İşsizlik ortalama olarak yılda yüzde 10,7 olmuştur. Gençlerde ise bu oran yüzde 25`i aşmaktadır.

5) 2002 de 15 Milyar dolar olan dış ticaret açığı, 2017 sonunda 77 Milyar dolara çıkmıştır.

6) Türkiye’nin toplan dış borcu 2002 de 129,6 milyar dolardan 2017 sonunda 453,2 Milyar dolara tırmanarak, milli gelirin yüzde 53,3’üne ulaşmıştır.

7) Türkiye`nin bir yıl içersinde 236,8 Mılyar dolar dış borç ödeme yükümlülüğü bulunuyor. Döviz rezervlerinin büyük ölçüde azalması nedeniyle, örneğin yüz dolarlık dış borç için devlet kasasında sadece 60 dolar bulunmaktadır (Mehtap O.Ertürk, Sözcü, 21.5.2018)..

8) AKP döneminde başta kamu iktisadi kuruluşları ve fabrikaları olmak üzere satılan devlet varlıklarından 65-70 Milyar dolar sağlanmıştır.

9) 16 yıllık AKP döneminde devlet varlıklarının satımından sağlanan bu geliri yapılan dış borca eklersek, toplam 523,2 Milyar Dolar kaynak elde edilmiştir. Ayrıca dolar kuru ortalamasıyla bu sürede toplam olarak 2,1 trilyon dolar vergi alınmıştır. Bu kaynağın nereye, nasıl harcandığının açıklanması ve bilinmesi gerekir.

10) AKP hükümetlerinin sürekli olarak övündükleri yolların, köprülerin, Avrasya tünelinin, hava alanlarının yapılma maliyeti, devlet varlıklarının satımlarından sağlanan 65-70 Milyar dolarla fazlasıyla yapılacağı inancındayım. En pahalı yatırımlar arasında yer alan Avrasya Tünelinin maliyeti 1,2 milyar dolardır. Muhalefet partilerinin bu konuları ayrıntılarıyla araştırmaları gerekmektedir. Yukarıda isim isim sıralanan 1923-1950 yıllarına kadar yapılan fabrika ve kuruluşların ve 1950 sonrasında kamu varlıklarına ait kurumlar, fabrikalar, limanlar, madenler, AKP döneminde yıldan yıla çoğu yabancı firmalar olmak gerçek değerlerinin altında ve genellikle AKP ye yakın firmalara satılmıştır. Günümüzde muhalefet partileri tarafından yapılan yoğun eleştirilere karşın, şeker fabrikaları da satılmaktadır. Buna karşın AKP döneminde devlet tarafından yeni bir fabrika açılmamıştır.

11) 2002 de hane halkı borç yükünün, hane halkı harcanabilir gelirine oranı yüzde 4 den 2015 yılında yüzde 51e ulaştı Çalışanlar gelirinin yarısını bankalardan aldıkları borçlara ödemektedirler (Sözcü, 30.5.2018). Bu dönemde gelir dağılımındaki adaletsizlik ve dengesizlik daha da artmıştır. OECD ülkeleri arasında gelir dağılımı adaletsizliğinde Türkiye ilk üç ülke arasında yer almaktadır. Türkiyede 2016 yılı sonuda yüksek gelire sahip nufusun yüzde 20si ülke gelirinden yüzde 47,2 lik pay alırken, en düşük gelir gurubundaki nüfusun yüzde 20si ise toplan gelirden sadece yüzde 6,2 oranında bir pay alabilmektedir.