Demokrat Olmayanların Demokrasi Adına Yönetimleri – Aydınlık Gazetesi

Prof. Dr. Hakkı Keskin                                                                                  27.8.2015

Demokrat  Olmayanların Demokrasi Adına Yönetimleri

Türkiye 13 yıldır demokrat olmayan ve demokrasiye inanmayanlar tarafından yönetilmektedir. Demokrasi, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, düşünce, basın, bilim ve sanat özgürlüğü, kuşkuya yer bırakmayacak seçimler, parlamento içinde ve dışında özgür muhalefet, çoğulculuk, insan hak ve özgürlükleri, evrensel ilkeler ve tanımlarla belirlenmiştir. Bu evrensel ilkelerin, kişilere özel veya yönetimlere göre farklı tanımlamaları ve uygulamaları olamaz. Gelişmiş demokrasilerde, parlamenter veya başkanlık sistemleri gibi sistemlerdeki farklı  yönetim biçimleri, bu evrensel ilke ve tanımlara bağlı kalmakla yükümlüdürler. Bu evrensel ilkelerin özünün bir anlamda dokunulmazlığı vardır.

Türkiye`deki sistemi ve yönetim biçimini hem de „gelişmiş demokrasi“ olarak tanımlayan Erdoğan ve partisi AKP, bu evrensel ilkelere hangi oranda bağlıdır ve bunlar nasıl uygulanmaktadır?

KUVVETLER AYRILIĞINA KARŞI BİR ANLAYIŞLA DEMOKRASİ OLAMAZ

AKP Başkanı ve Başbakan olarak Erdoğan, kuvvetler ayrılığına karşı çıkarak, hükümetin uygulamalarına  yargının müdahale ettiğini ve engelleyici olduğunu açıkca belirtti. Oysa demokrasinin ve hukuk devletinin özü, vazgeçilemez temeli kuvvetler ayrılığıdır. Yargının görevi tabii ki parlamentodan çıkan yasaların, hükümet tarafından uygulamaya konulan yönetmeliklerin, kararnamelerin ve uygulamaların,  anayasaya ve yasalara uygun olup olmadığını denetlemektir. Yüksek Yargı organları olan Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay ve mahkemeler bunun için vardır. Yargı bağımsızlığının anlamı ve önemi budur.

Oysa hükümet, yargı organlarını kendi denetimi altına alarak, hatta yargı bağımsızlığını olabildiğince yok ederek, demokrasinin vazgeçilmezi olan kuvvetler ayrılığını büyük ölçüde  devre dışı bırakmıştır. Alınan bazı önemli yargı kararlarına da Cumhurbaşkanı ve hükümet uymamaktadır. „Deniz Feneri“ örneğinde olduğu gibi, soruşturma açan savcı ve karar veren hakim görevlerinden alınarak, haklarında kovuşturma açılmıştır.

Kuvvetler ayrılığının diğer iki dayanağı olan yürütme (hükümet) ve yasama (parlamento) da, AKP nin meclis çoğunluğuyla yok düzeyine indirgenmiştir. Mecliste çoğunluğu elinde bulunduran AKP, komisyon çalışmalarını ve yolsuzluk araştırmalarını, zaman zaman zor kullanarak, engellemiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi adına genel ve katma bütçeli dairelerin gelir, gider ve mallarını denetleme görevi olan Sayıştay raporlarının, mecliste incelenmesi, AKP iktidarı tarafından engellenmektedir.

Düşünce ve basın özgürlüğü, Türkiye`de hiç bir dönemde yaşanmadığı kadar Erdoğan ve AKP tarafından baskı altına alınmıştır.

Hükümetin yanlış politikalarını elştiren  bir çok köşe yazarı, örneğin Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Uğur Dündar, Oktay Ekşi, Ruhat Mengi, Nuray Mert, Banu Güven, Cüneyt Ülsever, Can Dündar, Ruşen Çakır ve daha bir çoğu doğrudan  ve dolaylı baskılarla görevlerinden uzaklaştırılmıştır. Vatandaşın vergileriyle yayın yapan ve tarafsiz olmasi gereken TRT, AKP nin yayın organı konumuna getirilmiştir.

MUHALEFETE ÇOK YÖNLÜ BASKI

Erdoğan`ın, savcısı olduğunu söylediği Ergenekon, Balyoz isimli davalarda yüzlerce yurtsever gazeteci, bilim insanı, politikacı ve üst rütbeli subay, hiç bir suçları olmadığı halde, hükümet karşıtı görüşleri ve ulusalcı anlayışları nedeniyle tutuklanmış, yıllarca hapiste tutulmuş, göstermelik mahkemeler tarafından, çoğu idam cezası olmak üzere, ağır cezalara çarptırılmıştır. Utanç verici bu davaların sorumluluğu sonra da, „paralel yapı“ denen ve hükümetin 11 yıl içiçe çalıştığı cemaate yüklenmiştir.

„Parasız Eğitim istiyoruz“ pankartı açan öğrencilere „terör suçlusu“ iddiasıyla ağır hapis cezası verilmiş, tüm demokratik ülkelerde en doğal hak olan protesto gösterilerine katılanlar coplanmış, biber gazı sıkılmış, tutuklanmış, yüzlerce öğrenci üniversitelerden atılmıştır.

Temel görevleri ülke sorunlarına çözüm bulmak ve ülke kalkınmasına katkı sağlamak olması gereken üniversiteler, asli görevlerinden uzaklaştırılarak hükümete bağımlı kurumlar durumuna sokulmuş, bilim insanları susturulmuş ve üniversiteler orta öğrenim düzeyine indirgenmiştir. Dünya`da örneği bulunmayan bir anlayışla, sanata ve kültüre bile müdahale edilerek, Kars`ta belediyenin kararıyla yapılan heykeli „ucube“ diye nitelendirilen Erdoğan`ın talimatıyla söktürülmüştür.

Cumhurbaşkanı, halkın 7 haziran seçimlerinde ortaya koyduğu seçim sonucuna uymayarak, bir yandan koalisyon hükümetinin kurulmasını engellemiş ve diğer yandan da ana muhalefet partisi liderine hükümeti kurma görevini vermeyerek, erken seçime karar vermiştir. Seçim tarihini açıklaması gereken Yüksek Seçim Kurulu kararını kendisi vermiştir.

Konumunu „fiili başkanlık“ sistemi olarak tanımlayan Cumurbaşkanı, geçerli anayasayı hiçe sayarak, böylece de  anayasaya karşı suç işleyerek, anayasanın kendisinin öngördüğü „fiili duruma“ uygun hale getirilmesini zorlamaktadır.

Erdoğan, çok önceden „demokrasi bir araçtır diyerek“ demokrat olmadığını ve demokrasiye inanmadığını açıkca söylemişti. Yalnızca bir kaçını özetlediğim sayısız örnekleriyle bu tavrını kanıtlamıştır. Hayret ettiğim odur ki, demokrasi karşıtı bu anlayış ve uygulamalara, AKP de sessiz kalmaktadır. Bu nedenle diyorum ki, AKP‘deki siyasilerin çoğunluğu da gerçek anlamda demokrasi ve hukuk devletine inanmamaktadırlar. 1 Kasım 2015 Meclis seçiminde, Türkiye`yi demokrat  olmayanların yönettiği bir ülke olmaktan kurtarmak, seçmenlerin elindedir.