Brüksel'de Avrupa Parlamentosu Bölgeler Komisyonu'nda: Türkiye'de Sekülerizm konulu konuşma
Sayın Başkanım, Bayanlar ve Baylar,
Büyük bir genelleme yaparak Laikliği, devlet yönetiminde dinin referans alınmaması, siyasetin devlet ve toplumsal düzeni dinsel ögelere dayandırmadan biçimlendirmesi ve yönetmesi olarak tanımlamak istiyorum.
Çoğu Batı Avrupa ülkesinde teokratik devletten demokrasiye geçerken, demokratik devlet otoritesiyle din otoritesi sınırlandırılmıştır. Giderek bu laik anlayış, klasik demokrasinin vazgeçilemez bir koşulu, hatta bir önkoşulu olmuştur.
Yani laiklik, demokrasi, hukuk devleti, çağdaşlaşma, bilimi rehber edinme ve insan haklarının oluşumunda en belirgin dayanağı olmuştur. Çağdaş demokrasinin ve hukuk devletinin olgunlaşma sürecinde gereksinim duyduğu özgürlük, teokratik sınırlamalardan ve baskılardan kurtulabilmeyle sağlanabilmiştir. Bu laik demokrasi savaşı Avrupa‘da çok uzun bir süreci gerektirmiştir.
Aralarında farklılıklar olsa da, anlam ve amaç olarak Laiklik ve Sekularizm değişik ülkelerde çoğu kez eşanlamda kullanılmaktadır. 25 Ocak 2009 Pazar günü İran’daki İslami hareketin 30. yıldönümü nedeniyle, Almanya‘nın etkin gazetelerinden Frankfurter Allgemeine gazetesinde yorumlu bir yazı yayınlandı.
İran İslam hareketinin lideri Ajatollah Chomeini‘den aktarılan bir cümle, bu hareketi vede Laikliği çok iyi açıklıyor. Bu cümle aynen şöyle: ”Siyaset ve din birdir/ bir bütündür (Politik und Religion sind eins)” Chomeini‘ nin Sekularizmi reddetmesinin işte gerekçesi”. Gazete ekliyor: Chomeni yönetimi ele geçirdikten sonra başbakanı tanıtırken şöyle diyordu: “Bu hükümet normal bir hükümet değildir, bu hükümet tanrının hükümetidir.” Batı demokrasisini ve Sekularizmi reddeden, çok partili siyasete karşı çıkan Chomeini : “Tanrının partisinden başka parti yoktur.” diyerek, kendi partisinin ve hükümetinin tanrının parti ve hükümeti olduğunu kesin bir dille vurguluyordu.
Günümüzde varlığını sürdüren İran siyasi İslam hareketinin felsefesini burada açıklamamın nedeni, İslam ülkelerinde bu görüşün çok da ender olmadığı, hatta bazılarnda farklı biçimleriyle de olsa, siyasi İslamın iktidarda olduğunu, bazı ülkelerde de iktidara gelme uğraşı verdiğini asla unutmamak gerekir.
Ben geçmiş yüz yıllardan söz etmiyorum. Yaşayarak, gözlemleyerek görüyoruz ki, siyasi İslam çoğulculuğu ve demokratik, laik hukuk devletini kesinlikle reddediyor. Devleti ve toplumu tamamen bu hareketin kendi İslam dini anlayışıyla ve dini otoriteyle yönetiyor, yönetmek istiyor. İran örneğinde gördüğümüz gibi muhalefete, farklı yaşam biçimlerine asla izin vermiyor.
İktidara gelme uğraşı aşamasında ise, demokratik özgürlükler ve haklardan sözediliyor, farklı kesimlerin desteği aranıyor ve sağlanıyor, yine tıpkı İran‘da şah rejimine karşı en geniş kesimlerin desteği sağlandığı gibi. İktidar olunduktan sonrasını ise hepimiz biliyoruz. Şunu vurgulamaya çalışıyorum. Batı Avrupa ülkeleri siyasi İslamı ve bu akımları, bu ülkelerde yaşayan, yaşayarak gözlem ve deneyim sahibi olan insanlar veya aydınlar kadar bilemezler. Hatta özenle vurgulamak istiyorum: bu konuda başkalarına ders ve öğüt vermeye de kalkmasınlar. Çünkü eğer iyi niyetle bunu yapmak isterlerse kaş yaparken göz çıkarabilirler.
Hiç kuşkusuz Türkiye’yi İran ile kıyaslamak istemiyorum. Türkiye’de laik devlet anlayışı kolay kolay aşılamayacak düzeyde geniş halk kitlelerine ve aydın kesime mâlolmuştur. Şu an görevdeki Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti de genelinde laik düzene karşı bir tavır içerisinde gözükmemektedir. Ancak AKP içerisinde ve toplumda laiklik karşıtı eğilim ve girişimlerin varlığı da kanımca gözardı edilemez.
Şimdi Türkiye`ye gelmek istiyorum. Bana göre 20. yüzyılın en büyük devlet adamlarından biri olan Mustafa Kemal Atatürk ve kadrosu, Türkiye Kurtuluş Savaşından sonra yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin felsefesini çok iyi düşünerek günümüz Türkiye’sinin temellerini attılar.
Atatürk, Fransa devrimini yüzlerce yayında okuyarak çok iyi incelemiş olan, Avrupa’yı tanıyan bir liderdi. Daha da önemlisi, Osmanlı tarihini titizlikle inceleyen, o koca imparatorluğun çöküş aşamasını ve nedenlerini bizzat yaşamış olan bir liderdi. Kitap olarak yayınlanan 10. Yıl Nutku, üzerinde haftalarca çalışarak Mustafa Kemal tarafından kaleme alınmıştır. Bu nutku dikkatle okuduğumuzda, Atatürk’ün çok engin bir tarih bilinci oldugunu görüyor, ve bundan sonderece doğru kararlar çıkartan bir liderle karşılaşıyoruz.
Batı Avrupa’yla karşılaştırıldığında orta çağ aşamasındaki 1920’lerin Türkiye’sine, ulus bilinci, üniter devlet öngörüsü, kendi gücüne duyulan özgüvene dayalı tam bağımsızlık anlayışı, temel gereksinimleri karşılayacak sanayinin kurulması, kadın erkek eşitliği, teokratik devlet yerine, bilimi rehber alan eğitim ve laik devlet anlayışı, Mustafa Kemal öncülüğündeki Türk devriminin en temel özellikleridir. Atatürk Türkiye’ye, 1789 da gerçekleşen Fransa devriminin kazanımlarını bu proğramıyla kısa bir sürede gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Asla ödün vermeden ve büyük bir kararlılıkla laikliğin gereği olan yasalar ve uygulamalar, cumhuriyetin kuruluşundan sonra adım adım yürürlüğe konmuştur. 1931’de kendi kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı temel ilkesinden belki de en önemlisi olan laiklik oluşturmaktadır. 5 Şubat 1937’den itibaren de Laiklik anayasanın 2. maddesi olarak Türkiye anayasasında yer almaktadır. Daha sonraki anayasalarda ve şu andaki anayasanın yine 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti`nin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğu yazıyor. 4. maddede ise bu temel niteliklerin asla değiştirilemiyeceği vurgalanıyor.
Türkiye’de siyasi İslam yanlısı bir parti olarak 1969 da kurulan “Milli Nizam Partisi” türban konusunu, toplumu kendi dini görüşleri doğrultusunda etkileyebileceği en önemli araç olarak seçmiştir. Anayasaya aykırı davranışları nedeniyle bu ve daha sonra kurulan üç diğer parti de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Erbakan ve yandaşları bu konuyu dini referanslarının siyasi bir aracı olarak kullanmaktadırlar. Başörtüsü Türkiye’de yaygın olarak günlük yaşamda kullanıla gelmektedir. Ne var ki, buradaki istek önce üniversitelerde ve resmi kamu alanında, sonra da okullarda dini simge durumuna getirilmiş olan türbanı kullanmaktır.
Bu konuda gerek Türkiye`de en üst mahkeme kararları ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Europäischer Menschenrechtsgerichtshof) kararları hiçe sayılmaktadır. Türbanla ilgili yasaları değiştirme girişimleri 1984 de başlar.
Üniversiteye türbanla gelmekte ısrar eden bir kız öğrenciye bir ay süreyle üniversiteden uzaklaştırma cezası verilince, cezanın kaldırılması için Bölge İdare Mahkemesine (BİM) başvurulmuş, ancak mahkeme verilen cezayı uygun bulmuştu. Davacı öğrenci bu kararın iptali için bu kez de Danıştay’a başvurunca, Danıştay VIII. Dairesi, 13 Aralık 1984’te, BİM kararını – şu gerekçeyle cezayı yerinde bularak – onaylamıştı: „ …bazı kızlarımızın ve kadınlarımızın sırf laik Cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak, dine dayalı bir bir devlet düzeninin kurulmasını benimsediklerini belirtmek amacıyla başlarını örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin temel ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline gelmektedir. „
Bu karara karşı türban tartsması günümüze değin süregelmiştir.
Prof. İhsan Doğramacı’nın başında bulunduğu YÖK, yayınladığı bir genelge ile üniversite ve yüksek okullarda kız öğrencilerin, „modern türban“ giyebileceklerini içeren orta bir yol seçmişti.
27 Aralık 1988’de 3511 nolu Yüksek Öğretim Yasasına şu madde eklenmişti: Ek Mad. 16: „Yüksek öğretim kurumlarında, dersane, laboratuvar, klinik, poliklinik dahilinde ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması serbesttir. „ TBMM’nin türban konusunda ısrarı anlamına gelen bu yasa karşısında Kenan Evren hükmün iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Anayasa Mahkemesi 7 Mart 1989 ve 1989/12 karar sayısıyla 1 olumsuza karşı 10 olumlu oyla söz konusu yasayı iptal etti. Gerekçede „Laiklik ve Vicdan Özgürlüğü“ konusunda şu önemli saptamalarda bulundu: „Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkesi gücünü laiklikten almış, (…) Türk Devrimi laiklikle anlam kazanmıştır.
Bu ilkenin Anayasa’dan çıkartılması da olanaksızdır. Laiklik, dinsellikle bilimselliği birbirinden ayırmış, özellikle dinin, bilimin yerine geçmesini önleyerek, uygarlık yürüyüşünü hızlandırmıştır. Gerçekte laiklik din-devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz. Boyutları daha büyük, alanı daha geniş bir uygarlık, özgürlük ve çağdaşlık ortamıdır. Türkiye’nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama yöntemidir; insanlık idealidir. Laik düzende özgün bir sosyal kurum olan din, devlet kuruluşuna ve yönetimine egemen olamaz. Devlete egemen ve etkin güç, dinsel kurallar değil, akıl ve bilimdir. Din, kendi alanında, vicdanlardaki yerinde, Tanrı- insan arasındaki inanış olgusudur. Kişinin iç inanç dünyasının düzenleyicisi olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ve çağdaş değerlerle, hukukun yerine geçerek yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez.“
Anayasa Mahkemesi’nin bu iptal kararına karşın, artık siyasal amaçlı bir soruna dönüştürülen türban konusundaki tartışmalar ve suçlamaların önüne geçilememiştir.
Ekim 1990’da kabûl edilen bir yasayla, YÖK yasasına, „yürürlükteki yasalara aykırı olmamak kaydıyla Yüksek Öğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir“ biçiminde bir madde eklenmişti.
Bu kez Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), bu maddenin iptali için Anayasa Mahkemsei’nde dava açmıştı. Yüksek Mahkeme, 9 Nisan 1991’de uzun bir gerekçeyle bu maddeyi iptal etmişti… Konu bu defa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (Europäischer Menschenrechtsgerichtshof) kadar götürüldü.
Türban takma konusunda direnen Lamia Bulut ve Şenay Karaduman adlı öğrencilerin „dini özgürlüklerimiz kısıtlanıyor“ şeklindeki başvuruları, AİHM tarafından 3 Mayıs 1993 kararıyla reddedildi. Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nun gerekçeleri şöyleydi: • Öğrenimlerini üniversitede yapmayı seçen öğrenci, üniversitenin kurallarını kabul etmiş sayılır. Bu düzenlemeler farklı inanışlardaki öğrencilerin birlikte öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurma özgürlüklerine sınırlamalar getirebilir. • Dinsel simgelerin herhangi bir yer ve biçim sınırlaması olmaksızın sergilenmesi, sözü geçen dini uygulamada ya da başka bir dine mensup öğrenciler üzerinde baskı oluşturabilir. • Laik üniversiteler öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin sınırlamalar koyarken, köktendinci akımların yüksek öğretimde kamu düzenini bozmamalarına dikkat gösterebilirler.
2004 – Leyla Şahin AİHM Kararı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Leyla Şahin, 1998 yılında derslere türban takarak girme konusunda ısrar etmesi sonucu aldığı disiplin cezasının “insan hakları ihlali” olduğu gerekçesiyle AİHM’de dava açmıştı. AİHM, özel yaşam ve aile hayatına saygı hakkını konu alan sekizinci madde, ifade özgürlüğünü konu alan 10’uncu madde ve ayrımcılığı konu alan 14’üncü maddenin ihlal edilmediğini de oy birliği ile karara bağladı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 29 Haziran 2004’te Leyla Şahin’in başvurusuna: „ Türkiye’nin insan hakları ihlalinde bulunmadığı“ yönünde karar verdi. Şahin’in avukatlarının, AİHM’in kararlarına yönelik itirazlarnı görüşen Büyük Mahkeme (Große Kammer des EuGH) 1’e karşı 16 oyla Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun ifade ve din özgürlüğünü konu alan dokuzuncu maddesi ile eğitim hakkını konu alan ikinci maddenin birinci protokolünün ihlal edilmediğine karar verdi.
Şubat 2008 – Türkiye Anayasa Mahkemesi Türban kararı Anayasa Mahkemesi, CHP ve DSP milletvekillerinin başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin anayasa değişikliğinin „iptali veya yok hükmünde kabul edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması„ istemiyle açtığı davayı „9 Şubat 2008 de aldığı kararla haklı bulmuştur. Gerekçesi şöyledir: Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları gözetildiğinde, düzenlemenin, yöntem bakımından dini, siyasete alet etmesi, içerik yönünden de başkalarının haklarını ihlale ve kamu düzeninin bozulmasına yol açması nedeniyle laiklik ilkesine açıkça aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
TÜRKİYE’DE LAİKLİK KARŞITLIĞI: Türkiye’de laikliğin siyasi İslam anlayışıyla çatışması, dinin, Batı’daki gibi sadece inanç ve ibadet işlerini değil, aynı zamanda tüm devlet, toplum ve hukuk düzenini, İran`da örneklendiği gibi, tamamen değiştirmeyi amaçlamaktadır. Geçtiğimiz yıl bu catışmaya örnek önemli bir olaya tanık olduk. Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya 14 Mart 2008’de AK Parti’nin ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı’ olduğu iddiasıyla partinin kapatılmasına yönelik dava açmıştı. Kapatma davası aylarca Türkiye ve birçok Avrupa ülkesinin kamuoyunu yakından ilgilendirdi ve tartışmalara yol açtı.
Sonuçta 30 Temmuz 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi’nde yapılan oylamada heyetin 6 üyesi AK Parti’nin kapatılması yönünde oy kullandı, 4 üye ise AK Parti’nin laikliğin karşıtı eylemlerin odağı olduğunu ancak çok tehlikeli boyutta olmadığını belirtti, 1 üye ise (Mahkeme Başkanı Haşim Kılıç) davanın reddi yönünde oy kullandı.
Almanya’da Türban Kararları: Fereshta Ludin olayı: • 1995 yılında Alman vatandaşı olan Afgan kökenli Fereshta Ludin 1998 yılında öğretmenlik için devlet sınavını başarıyla tamamladı. İlkokulda Almanca, İngilizce ve ekonomi/hayat bilgisi dersleri vermeye hak kazandı.
• 1998 yılında Fereshta Ludin Stuttgart Eğitim İşleri Müdürlüğü’ne öğretmen olarak atanma isteminde bulundu. Ludin’in bu isteği “ başörtüsünün dini sembol olmaktan çok siyasi bir sembol anlamını taşıdığı“ gerekçesiyle reddedildi.
• Ludin Stuttgart İdare Mahkemesi’ne itirazda bulundu. 2000 yılında Mahkeme itirazı reddetti.
• 2002 yılında Federal İdare Mahkemesi’ne başvuran Ludin, bu mahkemeyi de kaybetti. Mahkeme gerekçesinde, öğretmenin din özgürlüğünün olduğu gibi, reşit olmayan öğrencilerin de kendi din özgürlükleri kapsamında gittikleri okulda dinî semboller yoluyla tek taraflı dinî etkide kalmama hakları olduğuna vurgu yapmıştır. Mahkeme böylece öğretmenin öğrenciler karşısında tarafsız yansıması gerektiğinden yola çıkarak derste başörtüsüne izin vermemiştir.
• Bunun üzerine Ludin Almanya Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. 2003 yılında Federal Almanya Anayasa Mahkemesi verdiği kararında, eyaletlerin kendi takdir yetkisi çerçevesinde bu konuda yasal düzenleme yapmasını öngördü. Böylece Almanya’da, bazı eyaletlerde türbana yasak getirilirken, bazılarında türbana izin verildi. Ocak 2007 deki durum: 16 eyaletten 8 inde başörtüsü yasaği uygulanmaktadır.
Öğretmenlere başörtüsü yasağı uygulayan eyaletler: Baden-Württemberg Bayern Bremen Hessen Niedersachsen Saarland Nordrhein-Westfalen Berlin eyaleti tek olarak sadece başörtüsünü değil, tüm dinî simgeleri yasaklamıştır. Kanımca bu uygulama dinî semboller arasında fark gözetmediği için doğru olanıdır. Basörtüsü yasağı olmayan eyaletler: Rheinland-Pfalz Hamburg Doğu Almanya eyaletleri
• Fransa’daki uygulama: Dini semboller okullarda ve kamusal alanda yasaktır.
Örnek dava ve karar: Kaynak: Milliyet, 5 Aralık 2008 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Leyla Şahin davasında, Türkiye’de üniversitelerde uygulanan türban yasağının insan hakları ihlali olmadığı kararını vardı. AİHM bu karara dayanarak Türk kökenli iki Fransız vatandaşının beden eğitimi derslerine türbanla girmek istemeleri nedeniyle okuldan atılmaları üzerine, Fransa aleyhine açtıkları davayı sonuçlandırdı ve davacı olan ögrencileri haksız buldu. Yasaklamanın demokratik bir toplumda gereklilik olduğunu bildiren mahkeme, insan hakları açısından bir ihlal tespit etmediğini açıkladı.
Kararını açıklayan AİHM, okullarda dini kıyafetler giymenin Fransa Cumhuriyeti’nin üzerine kurulu olduğu laiklik ilkesiyle doğrudan bağlantılı olduğunu vurguladı. Mahkeme ayrıca birden çok dinin bir arada bulunduğu demokratik bir toplumda, farklı grupların çıkarlarını uzlaştırmak ve herkesin dini inancının korunmasını sağlamak amacıyla dini özgürlüklere bazı kısıtlamalar getirmenin mümkün olduğu kararına vardı. Okullarda dini kıyafetler ya da dini semboller konusunda Avrupa’da farklı yaklaşımlar bulunduğunun altını çizen AİHM, “Bu alandaki kurallar, ulusal gelenekler ve diğerlerinin özgürlüklerinin ve kamu düzeninin korunması çerçevesinde gerekli görülen koşullar ışığında, bir ülkeden diğerine değişebilir” yorumunda bulundu.
Leyla Şahin ve Refah Partisi kararlarına atıf yapan mahkeme, bir devletin dini dışa vurma özgürlüğüne kısıtlama getirebileceğinin altını çizdi.
AİHM Leyla Şahin kararında, Türkiye’de laikliğin, “tartışmasız şekilde devletin temel ilkesi ve demokratik değerlerin garantörü olduğuna” dikkat çekti ve “Mahkeme aynı zamanda Fransa, Türkiye ya da İsviçre’de laikliğin, tüm toplumun bağlı kaldığı, özellikle okullarda korunması birincil öneme sahip olan, anayasal ve cumhuriyetin üzerine kurulu olduğu bir ilke olduğunu not eder” denildi.