Türkiye’nin Kırmızı Çizgileri…

Cumhuriyet 03.09.2009
Eğer Türkiye, bazı çevrelerin istediği gibi, üniter yapısından ödün verir, ismi federal yapı olmasa bile, Güneydoğu’da buna benzer yeniden bir yapılanmaya izin verirse, bunun sonucu olarak, ileri bir tarihte kesinlikle ayrı bir Kürt devleti kurulabilir.
Prof. Dr. Hakkı KESKİN
Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili Siyasal Bilgiler Öğretim Üyesi

‘Kürt Açılımı’ Konusunda Önerilerim ve Türkiye’nin Kırmızı Çizgileri Başbakan herkesten ‘Kürt Açılımına’ katkı istiyor; dilerim bu görüşlerim dikkatle değerlendirilir!

Hiç kuşkusuz, PKK terörü ve Kürt sorunu, Türkiye’nin çözüm bekleyen en can alıcı ve önemli konularından birisidir; belki de en önemlisidir. PKK’nın, Almanya’dan büyük bir destek alarak etkin olmaya başladığı 1985’in sonbaharında, bu konuyla yakından ilgilenme gereği duyup, Almanya’da basılan „Demokrat Türkiye’ gazetesinde görüşlerimi açıklamıştım. Türkiye’de Kürt sorununun tartışılmasının tabu olduğu o dönemde, PKK’nın kayıtsız koşulsuz silah bırakması; Kürt halkının kültürel kimliğinin tanınması; Kürtçe’nin, resmî ve okul dili olan Türkçe’nin yanı sıra, anadil dersi olarak öğrenilebilmesi; Kürtçe Radyo ve TV yayınlarının yapılabilmesi ve geri kalmış bölgelerimiz arasında yer alan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun çok yönlü olarak kalkınmasına öncelik verilmesini istemiş, Türk ve Kürt aydınlarını, PKK terörüne karşı kesin tavır almaya çağırmıştım.

PKK o yıllarda, Kürt kökenli olan, ancak kendisinin politikasını kabûl etmeyen bir kaç kişiyi öldürtmüştü. Öldürülecekler listesinde benim de adımın bulunduğunu haber alan Alman Millî İstihbarat Teşkilatı, beni bilgilendirerek, yakın korumaya aldı. Hatta tehlikenin cok ciddî olması nedeniyle 6 ay kadar Almanya dışına gitmem gerekti.

Çoğu Alman siyasîleri, 1985-1995 yılları arasında, PKK’yı Kürt halkının temsilcisi gibi görüyordu. „Türkiye Avrupa İlişkileri Enstitüsü“ Başkanı sıfatıyla, 30 sayfalık Almanca bir kitapçık hazırlayarak, Kürt halkıyla terrör örgütü olan PKK`nın asla aynı tutulmaması gerektiğini; Kürt halkının haklı kültürel istemlerine ve beklentilerine destek vermek gerektiğini, ancak, teröre karşı kesin tavır alınmasını istedim. Bu çalışmamızla belli kesimler üzerinde etkili olduğumuzu da söyleyebilirim.

Özetle şunu demek istiyorum: bu çok önemli konuyla Almanya’da 1985’ten bu yana ilgilenen, tartışan, fikir üreten ve yürüten birisiyim.

Türkiye’nin Kürt sorunu, geniş tabanlı bir uzlaşma temeline dayanan, bir Devlet ve Toplum politikası belirlenerek çözülmelidir.

Kanımca, daha fazla zaman kaybetmeksizin yeni yaklaşım şu hedefleri öngörmelidir:

• Türkiye’de etnik kökeni Kürt olan, anadili Kürtçe olan ve farklı bir kültüre sahip Kürt halkının varlığı benimsenmelidir. • Öte yandan unutulmamalıdır ki, bin yıla yakındır içiçe ve bir arada yaşamakta olan Türk-Kürt ve diğer farklı kültürden ve kökenden insanlar arasında, milyonlarca evlilikler yapılmış; aileler arası kaynaşma ve akrabalıklar oluşmuştur. Bu gerçek, Türkiye’de yaşayan farklı etnik köken ve kültürlere sahip insanların, artık etle kemik haline geldikleri, herkes tarafından bilinmeli ve bu vazgeçilemez bir olgu olarak kabûl edilmelidir. • Türkiye’nin her yöresinde resmî okul dilinin Türkçe olması asla tartışma konusu yapılmaksızın, anadili Kürtçeyi öğrenmek isteyen öğrenciler için ‘anadil dersi’ verilmelidir. Tabii ki, bunun için belli sayıda öğrencinin başvurmuş olması gerekir. Kürtçe ders verecek öğretmenlerin yetişmesi için üniversitelerde ilgili birimler oluşturulmalıdır. • Günümüzde serbest olan Kürtçe kitap, dergi, gazete, kaset, radyo ve TV yayınları için, yasal engeller varsa, bunlar kaldırılmalıdır. • Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter yapısına kesinlikle bağlı kalınarak, yerel yönetimlerin yetki ve etkileri, katılımcı bir anlayışla artırılmalı, aşırı merkeziyetçi devlet yapışı, bu amaçla, çağdaş bir reformdan geçirilmelidir. • Bölgeler arasında mevcut olan kalkınmışlık dengesizliğini giderebilmek için, ivedi olarak adımlar atılmalı ve bu nedenle yeni bir 5 yıllık kalkınma planı hazırlanarak, plan hedeflerinin tam anlamıyla yaşama geçirilmesine çalışılmalıdır. Denetimi mümkün olabilecek devlet destek ve teşvik projeleri ve yatırımlarıyla, Doğu ve Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere, tüm azgelişmiş bölgelerdeki aşırı işsizliğe karşı önlemler alınmalıdır. GAP Projesi hızla tamamlanmalıdır.

Türkiye’nin tabiiki ödün veremiyeceği kırmızı çizgileri olmalıdır

Tarihten ve benzer deneyimleri olan diğer ülkelerden ders almamak, bunları görmezlikten gelmek, yapılabilecek en büyük hata olur. Burada şunu özellikle vurgulmak isterim ki, „kırmızı çizgiler olmaksızın herşeyi açıkça tartışalım“ biçiminde ortaya atılan ham görüşler, Türkiye’yi yakın bir gelecekte iç savaşa sürükleyebilir.

ABD’li diplomat Holbrooke, ‘Eski Yugoslavya ve Türkiye arasında hiçbir benzerlik yok’ diyor. Holbrooke bu sözü sayın Baykal’ın “Yugoslavya gibi oluruz“ çok doğru uyarısına yanıt olarak söylüyor. Türkiye’nin kuruluş felsefesi ve şu andaki devlet yapısının eski Yugoslavya’ya benzemediği doğrudur. Ancak eski Yugoslavya’nın, bir iç savaşa sürüklenme ve dağılma nedeni, üniter olmayan, etnik temelli federal yapısından kaynaklanmıştır. Etnik ayırımlara göre oluşturulan federal devlet yapıları, zamanla dağılmak zorundadır. Bu, dünyanın ikinci Süpergücü Sovyetler Birliği’nde bile önlenememiştir. Tüm gelişmeler ve göstergeler, AB’nın başkentinin bulunduğu Belçika’nın da yakın bir gelecekte dağılmayla karşı karşıya kalacağını göstermektedir.

Bu nedenle, Holbrooke – belki de isteyerek – yanıltıcı bir sonuca varıyor. Eğer Türkiye, bazı çevrelerin istediği gibi, üniter yapısından ödün verir, ismi federal yapı olmasa bile, Güneydoğu’da buna benzer yeniden bir yapılanmaya izin verirse, bunun sonucu olarak, ileri bir tarihte kesinlikle ayrı bir Kürt devleti kurulabilir. Öcalan’ın ve ona destek verenlerin önerileri, aynen bu amacı içermektedir. Bunu görmemek için, ya son derece saf ya da cahil olmak gerekir. PKK ayrı bir kürt devletini hedef alarak sialha sarılmış ve başta ABD olmak üzere bir çok ülke tarafından yıllarca destek görmüştür. PKK`nın, ABD tarafından günüzde bile belli amçları için kullanılmakta olduğu bilinmektedir. Bu yönde CHP, MHP ve medyanın bir kısmı tarafından vurgu yapılan kuşkuları “bölünme sindromu” olarak niteliyerek gereğince ciddiye almamak büyük hata olur.

Bu kırmizı çizgiler şunlar olamlıdır:

• Türkiye’nin ulus devlet ve üniter devlet yapısı asla tartışılamaz • Türkiye’nin resmî dili ve okul dili Türkçedir. • Türkiye’de ortak ulusal kimlik Türk kimliğidir. Ancak her isteyen kendi etnik kökenine ve kültürüne tabii ki atıfta bulunabilmelidir; örneğin, ‘ben Kürt kökenli Türküm; Çerkez, Tatar, Boşnak, Arap, Arnavut kökenli Türküm’ gibi… Tıpkı ‘İtalyan, Kenya, Meksika kökenli Amerikanım’ diyen Amerikanlar gibi. Ve bizim Almanya’daki varlığımız henüz yarım asır olmamışken, kendimizi ‘Türk kökenli Alman“ olarak nitelediğimiz gibi…

Geçmişte ve günümüzde, farklı etnik kesimlerden geniş halk kitlelerini bünyesinde barındırmayan ülke sayısı yok denecek kadar azdır. Ancak hepsinin de ülke isimleri, o ülkedeki en büyük halkın ismiyle anılır. Bu ülkelerin vatandaşlarının ulusal kimliği, pek tabii ki bu isimleri taşırlar: Çin, Rus, Fransız, İtalyan. Alman gibi…

Almanya’yı örnek alırsak, Alman Anayasası’nda ‘Alman“ veya ‘Almanlar“ kavramı belirgin olarak kullanılmakta ve hatta, bazı temel hak ve özgürlüklerden yalnızca Almanların yararlanabileceği belirtilmektedir. 116. maddede de ‘Alman vatandaşı olan kişi Almandır“ denilmektedir. Hatırlatalım: Almanya’da, farklı etnik kökenlerden 20 milyon insan yaşamaktadır.

Günümüzde yapılan tartışmalarda, bazı çevreler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan ‘Türk’ kavramının çıkartılmasını isteyecek kadar ileri gitmektedirler. Türk Devletini ve vatandaşı olunduğu halde Türk olmayı kabûl etmeyenlerin hedefi çok açıktır. Bunların İstediği, Türk Devleti’nden ve Türk olmaktan ayrılarak, başka bir ‘ulusal kimliğe’ yönelmektir. Bu, kısa süreli bir hedef değildir, ancak bugünden izlenen stratejilerle adım adım bu hedefe varılmak istenmektedir.

• Devlet ve Hükümet, terör örgütü PKK’yı Kürt sorununun çözümünde muhatap almaz. PKK, kayıtsız koşulsuz silah bırakmalı ve yalnızca demokratik ve parlamenter yoldan yasal bir örgütlenmenin çatısı altında çalışmayı kabûl etmelidir.

DTP` nin, ‘Kürt açılımı’ konusunda, adeta kendi varlığını inkâr edercesine, PKK’yı adres göstermesi ve PKK’nın muhatap alınmasını istemesi, kendi parlamenter varlığıyla çelişmektedir. Kürt sorununda çözümün muhatabı PKK ise, DTP’nin varlık nedeni nasıl açıklanabilir? Sayın Ahmet Türk’ün, parlamentoda temsil edilen bir partinin başkanı olarak, Roj TV’ye verdiği demeçte ‘..bu aşamada silahların brakılamasını istemenin anlamsız olduğunu,…’ söylemesi (eğer bu haber gerçekse), asla kabûl edilebilir bir politika değildir.

• Türkiye komşu ülke sınırlarından gelen terör saldırılarına izin vermez.

Çumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül`ün ve Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’nın, yukarda sıraladığım görüşlerimi önemle dikkate almalarını diliyorum.

Dateien:

tuerkiye_nin_kirmizi_izgileri_cumhuriyet03.09.2009.pdf