Atatürk`ten İsmet Paşa`ya

Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluşunun ertesi günü, 30 Ekim 1923 de, Atatürk`ün İsmet Paşa`ya sunduğu aşağıdaki son derece duygulandırıcı rapor, ülkenin içinde bulunduğu acı tabloyu özetle gözler önüne seriyor.

Atatürk`ten
İsmet Paşa`ya

Türkiye
Cumhuriyeti`nin kuruluşunun  ertesi günü,
30 Ekim 1923 de, Atatürk`ün İsmet Paşa`ya sunduğu aşağıdaki son derece
duygulandırıcı rapor, ülkenin içinde bulunduğu acı tabloyu özetle gözler önüne
seriyor. Bu rapordaki verileri, Atatürk dönemini kapsayan 1923-1939 yıllarında
sağlanan büyük başarılarla karşılaştırmayı görev bilerek, bu incelememi bilginize
sunuyorum. Dileğim, Atatürk`ün ve Kemalistlerin hedef alındığı bu dönemde, bu
iki değerlendirmenin, en geniş okuyucu çevresine ulaştırılmasıdır.

Türkiye 1923’te yoksul bir köylü devletidir. Ekmek ununun,
tekstilin bile çoğu ithal ediliyor. Salgın hastalıklar insanları ve hayvanları
kırıyor. Tüm Türkiye`de  sadece 337
doktor, 136 ebe ve 434 sağlık memuru bulunuyor. Okuma yazma bilenlerin oranı
bir elin parmakları kadar.

Tüm Türkiye`nin
sanayi üretimi, 20 bin insanın çalıştığı bir fabrika üretimine denk. Türkiye
tüm sanayi ürünlerini, demir-çeliğini, çimentosunu, kimyasal ürünlerini dışarıdan
satın alıyor. Tuz kaynaklarından tekel ürünlerine, demir yollarından bankalara
neredeyse her şey, Osmanlı İmparatorluğu`nun borçları nedeniyle, alacaklı
devletlerin kurduğu Düyunu Umumiye`nin elindedir.

14, 15 ve 16.
yüzyıllara kadar bir çok alanda Avrupa ülkelerinden daha gelişmiş düzeyde olan
Osmanlı İmparatorluğu`nun, 1923 yılında bıraktığı miras gerçekten içler
acısıdır. Birinci Dünya Savaşını kaybeden, İmparatorluğa ait Arap Dünyası ve
Balkanlar elinden alınan ve hatta Anadolu`nun bile büyük bölümü işgal edilen
Türkiye, İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda gibi Batı Avrupa ülkelerinden her
alanda ikiyüzyıl geride kalmış durumdadır. Bu geri kalmışlık, eğitimde,
sağlıkta, ekonomide, sanayide, tarımda, altyapı hizmetlerinde, ulaşımda,
haberleşmede, gerçekten de her alanda kendini tartışılmaz biçimde gösteriyor.

Kuşkusuz, Osmanlı
Devleti bizim tarihimiz, geçmişimizdir. Ancak bu İmparatorluğun 16.  yüzyıldan başlayarak neden bu denli geri
kaldığını,  giderek yarı sömürge durumuna
geldiğini ve sonunda da parçalandığını bilmek ve buna göre değerlendirme yapmak
ve ders çıkarmak gerekir. 1535 yılında Fransa, 1580 yılında İngiltere, 1612
yılında Hollanda, 1617 yılında Avusturya , 1678 yılında Polonya, 1700 yılında
Rusya ila yapılan ve bu ülkelere ticarette özel imtiyazlar tanıyan „Kapitülasyon“
anlaşmaları, Osmanlı sanayisi ve ekonomisinin yıldan yıla çöküşünün esas nedeni
olmuştur. İşin garibi, bu çöküş, İmparatorluğun en güçlü olduğu Kanuni Sultan
Süleyman döneminde başlamıştır.

1854 yılında
yabancı ülkelerden borçlanmaya başlayan İmparatorluk, 1876 yılında borçlarını
ödeyemez hale gelir ve iflas ettiğini açıklar. İngiltere, Fransa, Almanya,
Avusturya ve İtalya`dan oluşan alacaklı ülkeler, 1881  yılında merkezi İstanbul`da olan ve ismine
„Düyunu Umumiye“ denilen alacaklı ülkeler komisyonunu kurarlar. Böylece Osmanlı
devletinin maliyesini, ekonomisini  ve
hatta siyasetini bu devletler kontrol etmeye başlarlar. Devletin gelir
kaynaklarına el konur. Osmanlı İmparatorluğu artık yarı sömürge durumuna
gelmiştir. Batılı ülkeler, Osmanlı Devletini artık „Boğazdaki hasta adam“(Der Kranke
Mann am Bosporus) olarak görmektedirler. Bu kavram o tarihten itibaren
literatüre de geçmiştir. Bu hasta adamın, Birinci Dünya Savaşı sonuna değin
yaşayabilmesi, onun dirayetinden çok, Osmanlı Toprakları üzerinde pay sahibi
olma yarışında bulunan İngiltere, Rusya, Almanya ve Fransa arasındaki kızgın
rekabetten kaynaklanmaktadır.

Mustafa Kemal
Atatürk, Osmanlı Devletinin geri kalış ve çöküş nedenlerini, son derece
titizlikle araştırdığı 1929 tarihli Nutkunda ayrıntılarıyla belirtmekte ve
bundan Türkiye Cumhuriyeti için gerekli dersleri çıkartmaktadır. Hakimiyetin
kayıtsız şartsız millete ait olması ve her alanda tam bağımsızlık ilkesi,
Osmanlı Devletinin son 300 yıllık duraklama, geriye gidiş ve çöküşünün tarihi
gerçeğine dayanmaktadır.

Osmanlı Devletine
hayranlık duyarak onu göklere çıkaranlar ve hatta „Yeni Osmanlılık“ peşinde
olanlar, ne yazık ki bu gerçekleri bilmeden, ya da bilerek halkı aldatmakta ve
halktan bu gerçekleri saklamaya çalışmaktadırlar. Bu bağnazlığı anlamak olası değildir.

İşte Atatürk İsmet
Paşa`ya,  Ulusal Kurtuluş Savaşı
kazanıldıktan ve Lozan`da Türkiye`nin bağımsızlığı kabul ettirildikten sonra, esas
savaşın Ortaçağ düzeyinde geri kalmış, ekonomisi çökmüş, borçlu, yoksul,
eğitimsiz Türkiye`yi, „Çağdaş ülkeler düzeyine çıkartmak“ olduğunu söylemektedir.

Bunun için kararlı
ve hızlı bir tempoyla yepyeni bir siyasi yapısı, bağımsız ve kendine yeter ekonomisi,
altyapısı, eğitimli, sağlıklı bir nüfusu olan Türkiye Cumhuriyeti ivedi olarak
yaşama geçirilmeliydi.

Öncelikle halkın ve
ülkenin günlük kitlesel ihtiyaçları olan yiyecek, giyecek, temel sanayi
ürünlerinin, ulaşım hizmetlerinin yerli üretimle karşılanması, kalkınma
hamlesinde temel ilke olarak benimsendi. Gerekli yatırımları yapacak ulusal
özel sermaye son derece yetersiz olduğundan, devletçilik ilkesi benimsenerek,
beş yıllık kalkınma planları çerçevesinde kollar sıvandı. İlk yıllarda gerekli
hukuksal altyapının oluşması sağlandı ve hedefleri yerine getirecek banka,
ticaret ve sanayi örgütlenme ağı kuruldu.

1925-1939 yılları
arasında yabancıların elinde bulunan ulusal 
varlıkların, şirketlerin ve bankaların tamamına yakını millileştirildi.
Osmanlı Devletinden devralınan borçlar geri ödendi. Gerekli ön hazırlıklar
tamamlandıktan sonra 1934-1938 yılları için yapılan ilk „Sanayi Planı“  başarıyla uygulandı.

Aşağıdaki veriler,
ülkenin temel ihtiyaçlarını yerli üretimle karşılamayı amaçlayan sanayileşme
politikasında elde edilen sonuçları göstermektedir.

1929-1939 yıllarında sağlanan bazı ekonomik
göstergeler

                                                                                 
         1929       1939     artış
(yüzde)

İplik üretimi (100
ton)                                                  
          23         
90b                 42

Şeker üretimi (1000
ton)                                                          8           95              1.008

Çimento üretimi
(1000 ton)                                                    65           284                337

Krom üretimi (1000
ton)                                                      
16           183             1.044

Taşkömürü üretimi
(1000 ton)                                          1.451      
2.696                  86

Elektrik üretimi
(mio.kWh)                                                   106a        253                 233

Bakır üretimi (1000
ton)                                                      
_              561

Cam üretimi (1000
ton)                                     
                  _              419

Kağıt üretimi ( ton)                                                              
_              745

Demiryolu ağı (km)                                                         
 5.144        7.326                  42

Karayolu ağı
(km)                                                          
29.636a      41.600c              41 

________________________________________________________________________                                                                     
                                              

a)    
1930;  b)1938;  c) 1940

1938 yılına gelindiğinde,
yerli üretimle halkın ve ülkenin şeker, çimento, ağaç ürünleri, lastik,  deri, bakır ve bakır ürünleri ihtiyaçları
tamamen; tekstil, kağıt, toprak ve keramik ürünleri ise çok büyük ölçüde
karşılandı.                                                                                                        

1929 Dünya`yı sarsan
ekonomik kirizine karşin, 1933-1939 yıllarında Türkiye`nin yıllık kalkinma hızı
yüzde 9,1 olmuştur.1938 yılında sanayi üretimi 1929 yılına kıyasla yüzde 80,
ağır sanayi üretiminde ise  yüzde 152
artmıştır. Türkiye`nin değişik yerlerinde kurulan Sümerbank, çimento, şeker,
kağıt fabrikaları ve Karabük Demir çelik fabrikası, bu dönemde yapılmıştır.
1930 yılına kadar buğday ve un ithal eden Türkiye, bu tarihten sonra buğday
ihracatına başlamıştır.

Osmanlı toprakları
arasında bulunan ve zengin petrol kaynaklarının keşfedildiği Basra Körfezini
ele geçirmek amacıyla emperyalist ülkeler arasında başlayan kıyasıya yarış,
Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından yapılan ve imtiyazları kendilerine ait
olan 4559 kilometre uzunluğundaki demir yollarının yapımına yol açmıştır. Truva
atı olarak nitelendirdiğim meşhur Bağdat Demir Yolu projesi bunun en somut
örneğidir.

1923-1940 yıllarında bir
yandan bu demir yolları paraları ödenerek birer birer  millileştirilirken, diğer yandan da  bu 17 yılda, 4078 kilometre yeni demir yolu
yapılmıştır. Bu demir yollarının 2.182 kilometresi ise 1929-1939 yıllarında
yapılmıştır. Ayrıca 17 yılda 12.000 kilometre yeni kara yolu yapılmıştır.

Başbakan Erdoğan bu
heycan veren, ulusal kalkınma hamlesini simgeleyen ve Türk halkını daha büyük
başarılara motive etmeyi amaçlayan „Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan…“
10. yıl marşıyla alay ederek, „Nereyi ördü, hiç bir şey örmüş falan değil…Demir
ağıyla Türkiye`yi şimdi biz örüyoruz“ demektedir. Oysa AKP‘nin 10 yıllık
dönemde yaptığı demir yolu 1085 kilometre, hızlı tren hattı ise 888 kilometre
olmak üzere toplam 1973 kilometredir.

Görüldüğü gibi, 1929-1939
yıllarında o dönemin son derece sınırlı teknik olanaklarıyla ve tamamen ulusal
kaynaklarla ve ayrıca Almanya, Fransa ve İngiltere firmalarına ait 4.559
kilometre uzunluğundaki demir yolları da millileştirilerek, gerçektende mucizevi
bir başarı sağlandı. Bu 10 yılda, AKP dönemindekinden daha fazla demir yolu
yapıldığı, Devlet Demir Yollarının verileriyle kanıtlanmaktadır. AKP döneminde
borç alınarak ve Atatürk döneminde kurulan Kamu İktisadi Kuruluşları
değerlerinin çok altında satılarak yapılan yolları, Atatürk döneminde sağlanan bu
başarıyla, hem de yanlış bilgi vererek karşılaştırmak, büyük nankörlük ve
gerçekleri saptırmaktır.

624 yıl süren Osmanlı
Devleti`nin 1923 yılında Türkiye`ye bıraktığı sanayi, tarım, ulaşım, sağlık ve
eğitim düzeyini, sadece 17 yıllık 1923-1940 yıllarındaki aynı alanlarla kıyaslarsak,
inanılmaz bir sonuçla karşılaşırız. Gerçekten de 17 yıllık sürede Türkiye
Cumhuriyeti`nde ekonomide, sanayide, tarımda, ulaşımda, eğitim ve sağlık
hizmetlerinde sağlanan sonuç, Osmanlı Devleti`nin bu alanlarda bıraktığı
mirasdan kat, kat fazladır.

Bu gerçekleri bilmeyerek, ya da on yıllardır süregelen
Kemalist Devrim karşıtı yanlış enformasyonlara inanarak, Atatürk döneminde
yapılanları yadsımak ve halkın gözünde küçültmek, daha çok İslam dinini
siyasetin aracı yapanların vazgeçemedikleri bir amaç haline gelmiştir. Atatürk
karşıtlığı ne yazık ki, AKP ideolojisinin temelini oluşturmaktadır. Geniş medya
desteğiyle gerçekleri örtbas etme uğraşlarına karşın, Türk halkının ve
gençliğinin ulusal kurtarıcı ve büyük devlet adamı Atatürk`e duyduğu
kadirşinaslık, sevgi ve saygı daha da güçlenerek sürmektedir.

Bu veriler için bakınız: Hakkı
Keskin, Die Türkei, Vom Osmanischen Reich zum National Staat, Berlin 1978,
Sayfa 83-93.

Osmanlı Devleti`nin geri
kalmışlık nedenleri ve Türkiye Cumhuriyeti`nin siyasal, ekonomik ve toplumsal
yapısını incelediğim doktora çalışmamı, 1976 yılında Berlin Hür Üniversitesinde
yaptım.
Büyük bir bölümü kitap olarak
Almanca yayınlanan  doktora tezimde, 1000‘in
üstünde Türkçe ve yabancı kaynak kullandım. „Türkiye,
Osmalı İmparatorluğundan Ulusal Devlete – Geri kalmışlığın oluşumu“ (Die
Türkei, Vom Osmanischen Reich zum Nationalstaat – Werdegang einer
Unterentwicklung, Berlin 1978).

Atatürk’ten İsmet Paşa’ya

Tarih 30 Ekim 1923… Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’yı Köşk’e davet
eder. Ülkenin genel durumu hakkında hazırlattığı raporları İsmet Paşa’ya böyle sunar.

‘SEVGİLİ Paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı
olarak seni düşünüyorum. Dur,hiç itiraz etme! Niye seni seçtiğimi şimdi
anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü
Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük
devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını
Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan
genel durumu özetleyeceğim.

Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan
miras kaldı. Yoksul bir köylüdevletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir
karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi
bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını
doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz
acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile
bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni
Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz.

Bu durumu düzeltmeli, halkı
kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama
ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane
var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu.
Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı
hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor. Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor.
Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok.

 Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti
bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408.

Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız
gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi
hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu
okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi
hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus
cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.

Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı
bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu
tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için
geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz
milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel
ilkemiz olmalı.

Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman
çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan
nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama
yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek,
kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum
oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük
ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik.
Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu
birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin
bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve
onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!’

Dateien:

.png.png