Dünya Kamuoyu ve Başbakan!

Başbakan’ın, Gezi Parkı’nda, Taksim’de, Ankara’da, İzmir’de ve diğer birçok
ilde en demokratik haklarını kullanmak isteyenlere gösterdiği biber gazlı, gaz
bombalı, tazyikli su ve coplu orantısız şiddet, baskı ve zulüm, beş yurttaşın
ölümü ve yüzlercesinin yaralanması, dünya kamuoyu vicdanını derinden yaraladı.

Prof. Dr. Hakkı KESKİN, Siyasal Bilimci

Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi,
Avrupa Sendikalar Birliği, Avrupa Hukukçular Birliği, ABD, Almanya ve daha bir
dizi uluslararası kurum, kuruluş ve devlet yetkilileri, Başbakan Erdoğan’ı
demokratik hak ve özgürlüklere saygılı olmaya çağırıyor, uygulanan şiddeti
kınıyorlar. Ve Sayın Erdoğan “Sizi tanımıyorum, bildiğimi yaparım” diyor!

Sayın Erdoğan’ın bu tavrı, sorumluluğunu taşıdığı başbakanlık görevi ve
Türkiye’nin çıkarlarıyla tamamen çelişiyor. Dünyanın belli başlı kurumlarına ve
kamuoyuna böyle bir tepkiyi, sadece dikta yönetimi heveslisi kişiler
gösterebilir. Çünkü bu kişilikler, sadece “ben odaklı” düşünür ve
davranırlar. Görüşlerini tek doğru sanırlar ve bunu zorla da olsa kabul
ettirirler. Kendi ülke ve dünya kamuoyu onları ilgilendirmez. Onlar öyle bir
şeytan çemberi (circulus vitiosus) içersindedirler ki, olaylar zinciri onları
iyiden iyiye bir çıkılamaz çember içine alır ve sürükler. Artık bu çemberi
kıramazlar; aksine çember o kişilerin davranışlarını belirler.

Türkiye –
Avrupa Birliği ilişkileri

Konuyu burada sadece Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bakımından irdelemek
isterim. Türkiye, 50 yılı aşkın bir süredir Avrupa Birliği’ne tam üye olma
uğraşı içindedir. Avrupa Birliği üyeliği, özellikle de bu Birliğin kurucu
üyeleri göz önünde bulundurularak Türkiye için aynı zamanda, hemen her alanda
daha ileri, daha çağdaş, daha sosyal, daha kalkınmış; yerleşmiş demokrasiye,
hukuk devletine, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bir çağdaşlaşma projesi
olarak benimsendi. Federal Almanya Parlamentosu milletvekili olarak, “Avrupa
Birliği Komisyonu üyesi”
ve Sol Parti’nin “Avrupa Birliği Genişleme
Sözcüsü”
görevini sürdürürken Avrupa Birliği ülkelerinde özellikle sağ
eğilimli “Hıristiyan Birlik” partilerinin, Türkiye’ye nasıl çifte
standartla davrandıklarına yakından tanık olmuş ve bunlara karşı sert tavırları
sergilemiş biriyim. Bu kesimler çoğunlukla Avrupa Birliği’ni, kabul edilemez
bir yaklaşımla, bir “Hıristiyan Birliği” olarak görürler. Şansölye Merkel
ve partisinin “Türkiye için imtiyazlı üyelik” önerisine en sert
eleştirilerimle yıllarca karşılık verdim. Ancak Türkiye’nin AB üyeliği
sürecinde, özellikle demokrasi, hukuk devleti ve sosyal devlet olma yolunda
desteklenmesi gerektiğini, Sosyal Demokrat Partiler, Sol Parti ve Yeşiller’le
birlikte savunduk.
Başta TRT olmak üzere, medyanın büyük bir kesiminin devlet baskısıyla
Başbakan’a alkış tutmayı kabul ettiği, özel yetkili mahkemelerin emirle birçok
etkin muhalif yurtseveri tutuklattığı, bağımsız yargının büyük ölçüde yok
edildiği, özgür olması gereken bilimin ve üniversitelerin susturulduğu,
binlerce üniversitelinin kovulduğu, kamuoyu kuruluşlarının ve ülke
varlıklarının gerçek değerlerinin çok altında dost ve ahbaba satıldığı, doğanın
ve çevrenin gasp edildiği, artık herkesin gördüğü ve yaşadığı bir gerçek oldu.
Artık tahammül edilemez bu gidişata baş kaldırmak için bir kıvılcım
gerekiyordu. Gezi Parkı’nda, barışçıl yoldan direnişe geçen gençlere, inanılmaz
şiddet, baskı ve zulüm gösterilmesi, başta gençler olmak üzere, geniş bir halk
hareketinin doğmasına yol açtı. Atatürk’ün, son derece bilinçli olarak,
Laik Türkiye Cumhuriyeti mirasını emanet ettiği gençler, “yeter artık” diyerek
kararlı, onurlu ve saygın bir direnişe geçtiler. Antidemokratik ve baskıcı
yönetime karşı her meslekten insanların Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında
katıldığı güçlü bir halk hareketi başladı.

Dünya kamuoyu
artık sessiz kalamazdı

AKP hükümeti Türkiye kamuoyunu, büyük oranda eline
geçirdiği medya ve yanlış enformasyon politikalarıyla aldatmayı bir süre
başardı. Avrupa siyasilerini ve sermaye çevrelerini de ultra liberal ekonomi
politikaları, özelleştirmeler ve kârlı sermaye transferleri nedeniyle arkasına
alabildi. Ancak Avrupa kamuoyunda hümanizme, insan hak ve özgürlüklerine,
demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine önem veren etkin bir kesim de var.
Başbakan’ın, Gezi Parkı’nda, Taksim’de, Ankara’da, İzmir’de ve diğer birçok
ilde en demokratik haklarını kullanmak isteyenlere gösterdiği biber gazlı, gaz
bombalı, tazyikli su ve coplu orantısız şiddet, baskı ve zulüm, beş yurttaşın ölümü
ve yüzlercesinin yaralanması, dünya kamuoyu vicdanını derinden yaraladı.
Başbakan’ın şiddeti körükleyen konuşmaları da, özellikle demokratik Avrupa
kamuoyunu harekete geçirdi.
Türkiye’nin, üyelik görüşmelerini henüz sürdürmekte olduğu Avrupa Birliği’nden
gelen eleştirilere karşı, Başbakan’ın “sizi tanımıyorum” sözü, adeta tuz
biber oldu. Avrupa Birliği ve kamuoyu aldatıldığını geç de olsa gördü ve
anladı. Sayın Erdoğan’ın demokrasi maskesi böylece düşmüş oldu. Artık kendisine
güven tamamen yok oldu. Avrupa Bakanı sıfatını taşıyan Egemen Bağış’ın,
sıkılmadan sarf ettiği, “Taksim’e gidenlere bundan sonra terörist muamelesi
yapılacaktır”
sözü, bu kişinin artık ciddiye alınabilecek bir muhatap
olamayacağını gösterdi. Böylece yüzlerce yurtsever, gazeteci, bilim insanı,
yüksek rütbeli subay ve gencin nasıl kolayca ve keyfi olarak, uydurma
“terör”
suçlamasıyla tutuklandığı da yetkili bir ağızdan kanıtlanmış oldu.
Sonuç olarak, Gezi Parkı ve Taksim direnişi, özgür, demokratik ve onurlu bir
Türkiye için geleceğe umut veren bir milat oldu.